Genel Başkan Zeybek, TRT Anadolu’da yayınlanan “Ankara Gündemi” programında Rahmi Vardı’nın sorularını cevaplandırdı:
“Demokrat Parti gibi bir parti bir başka partiye zarar vermek için gelmez. MHP’nin bütün oylarını alsam ben ne yapacağım. Benim meselem MHP değil, ona başarılar diliyorum. Ben iktidar olmak istiyorum. Partimizi iktidar yapmak ve başbakan olmak istiyorum. Türkiye için hayırlı olan bu. Buna inanıyorum, bunu söylüyorum, doğrusu da budur.”
(DP Basın Merkezi – 7 Şubat 2011) Genel Başkan Namık Kemal Zeybek, TRT Anadolu’da yayınlanan “Ankara Gündemi” programında Rahmi Vardı’nın sorularını cevaplandırırken, “Benim meselem MHP değil. Ben iktidar olmak istiyorum. Partimizi iktidar yapmak ve başbakan olmak istiyorum. Türkiye için hayırlı olan bu. Buna inanıyorum, bunu söylüyorum, doğrusu da budur.” dedi.
Zeybek, Rahmi Vardı’nın sorularını şöyle cevaplandırdı
RAHMİ VARDI: Anadolu Gündem Özel Programında sizlerle birlikteyiz. Bu haftaki konuğum Demokrat Parti Genel Başkanı Sayın Namık Kemal Zeybek. Sayın Zeybek, programımıza şeref verdiniz, hoş geldiniz. Programımızla ilgili kısaca görüşlerinizi alabilir miyiz?
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Hoş bulduk. Bu çok güzel bir hizmet, Anadolu yayını, televizyonları son derece önemli ve bunların yaşaması, desteklenmesi gerekir. Ben de basın yayından sorumlu Devlet Bakanı olduğum bir dönemde, yani 54. hükümet döneminde, Anadolu basın ve yayını ile ilgili toplantılar yaptım, kurultay yaptım. Bakanlıklar olarak nasıl destek sağlanabilir bunun araştırması içinde bulundum. TRT’nin böyle bir hizmeti yürütüyor olması ve sizin de burada olmanızdan doğrusu çok büyük bir memnuniyet duyuyorum, başarılar diliyorum doğru bir iş yapılıyor ve inşallah bu doğru iş neticesini verecektir.
RAHMİ VARDI: Teşekkür ederiz bu duygularınız için. Siz 1944 yılında Bayburt’ta doğdunuz, 1966 yılında Hukuk Fakültesi’ni bitirdiniz ve 10 yıllık bir Kaymakamlık hayatınız var. Biz bazıları ile görüştüğümüzde çok güzel anılarla oradan ayrıldığınızı, çok güzel hizmetler yaptığınızı söylediler. Çayeli’nde, Pazar Yeri’nde Şiran’da, Tortum’da, Ilgaz’da, Kahta’da ve Kestel’te Kaymakamlık yaptınız. Sonra merhum Gün Sazak’ın döneminde, onun müsteşarlığını yaptınız. Rahmetli Özal döneminde Kültür Bakanlığı yaptınız. Bunları konuşalım sonra devamını getirelim.
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Ben söylediğiniz gibi köyde doğdum. 10 yaşına kadar köyde okudum. Babam başöğretmendi. Eskiden müdür değil, başöğretmen denilirdi. Babamın ilk çocuğuyum ve ilk çocuğu olduğu için de hem heves, hem öğretmen, beni beş yaşıma gelir gelmez götürmüş kaydetmeden sıralara oturtmuş. Bakmış ki, ben de herkes gibi okuyorum, yazıyorum, onun üzerine kaydettirmiş. Böylece 5 yaşında okula başladım, 10 yaşında da bitirdim. Sonraki dönemlerde, babamın verdiği kitapları okuyarak bir siyasi bilinç sahibi oldum. Babamın etkisiyle Demokrat Parti taraftarı oldum. İhtilalde Demokrat Parti kapatılınca, biliyorsunuz Demokrat Parti bir askeri darbe ile devrildi. Yani 10 yıl Türkiye’ye hizmet etmiş olan bir parti, Türkiye’ye demokrasiyi getirmiş olan bir parti, demokrasiyi alabildiğine eleştirmeyi hedefleyen bir siyasi parti, Cumhuriyet değerlerine bağlı ama Demokrat bir parti, Demokrat Parti böyle bir parti. Ne yazık ki, ordu içinden bir cunta ortaya çıktı, önce orduyu ele geçirdi, sonra ordu ile ihtilal yaptı ve Türk tarihine bir kara leke sürüldü.
Kara leke şudur; Yassıada Mahkemeleri diye bir mahkeme icat edildi ve orada Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları, milletvekilleri, siyasi faaliyetlerinden ötürü suçlandılar ve yargılandılar. Düzmece bir mahkeme onları idama mahkûm etti, hapse mahkum etti. O zamanki cumhurbaşkanı Celal Bayar, yaşından ötürü idamdan kurtuldu. Fakat halkın sevgilisi, milletin sevgilisi, parti farkı gözetmeden, bütün halkın sevdiği bir insan olan Menderes ve iki çok değerli arkadaşı, onlar da çok büyük devlet adamlarıdır. Asıldı. Ondan çok sonra, Hukuk fakültesinde beraber okuduğumuz, Reza Mostofizade adında Azerbaycan’dan gelmiş bir arkadaşım oldu. O derdi ki, “Biz, sizin Yassıada Mahkemelerinizi dinliyoruz ve gülüyoruz. Köpek davası, bebek davası gibi davalara gülüyoruz. Nasıl bir şey bu?” O dönemin diktası, Türkiye’yi gülünç hale düşürdü. Onlar dışarıdan bakıyorlardı gülüyorlardı, biz ise ağılıyorduk. İçimiz kan ağlıyordu.
Menderes’i ben yakından görmüştüm. Yakından nerede görmüştüm? Biz Ankara’da Atıf Bey Mahallesi’nde oturuyorduk. Atıf Bey Mahallesi’nin önünden Bent Deresi geçiyordu, dere taşardı ve bazı felaketlere sebep olurdu. Yine taşmıştı Bent Deresi ve ne yazık ki, insanlarımız ölmüştü, evler yıkılmıştı. Sular biraz sakinleşince, rahmetli Menderes Gazi Çiftliği’nin havuzundan getirdiklerini kulak misafiri olarak öğrendiğim, bir kayığa binerek, o suları geçip bizim mahalleye geldi. Çünkü bizim mahallede bir set vardı, onun önünden talimatlar veriyordu ve ağlıyordu. Böyle gördüm Menderes’i.
Sabahları erken saatte ben Gazi lisesine giderdim, orayı bitirdim. Gazi Lisesi’ne gittiğim zaman yolumun üzerinde, o Bent Deresi’nden, köprüden karşıya geçtiğimde inşaatları denetleyen Menderes’i gördüm kaç defa. Yanına yanaşmak istedik ama korumaları yanaştırmadı. Ben neticede çocuktum, 14-15 yaşında filandım. Menderes’i böyle gördük sevdim ve herkes sevdi. Bu insan asıldı. Sonra, 1960, 27 Mayıs darbesinden sonra, ihtilal diyorlar, ihtilal filan değildir o. O bir darbedir. Halkın iradesine karşı yönetilmiş bir darbedir ve ne yazık ki, cumhuriyet tarihimizin en karanlık işlerinden birisidir.
“Adalet Partisi Kuruldu”
Ondan sonra Demokrat Parti yerine, Adalet Partisi kuruldu. Artık benim yaşım belli bir yere gelmişti, yani 17-18 yaşıma gelmiştim. Demokrat Parti Gençlik Kolları’nda ilk siyasi deneyimime başladım. Sonra hayatımız başka türlü gelişti. Hukuk Fakültesi’ne girdim, Hukuk Fakültesi’ni bitirdim ve kaymakam oldum. 10 yıl kaymakamlık yaptım. Kaymakamlık o dönemler çok daha itibarlı bir meslekti. Son zamanlarda mesleğin bazı yetkileri ellerinden alındı. O zamanki kadar belki önemli değil ama yine önemli bir meslektir. Kaymakamlık yaparken şöyle bir deneyim kazandım; kaymakam birebir, doğrudan doğruya, köylülerle kasabalılarla halkla ilişki kuran, insan demektir. Dolayısıyla, köylünün ve kasabalının dertlerini birebir dinlemek, onları çözüme kavuşturmak, yol yaparken o dönemde halkın gücünü de harekete geçirmek gerektiği için, çok defa benim ellerim patlardı. Niye patlardı? Yol yaparken önce ben kazmayı alırdım, vururdum. Çok da alışkın olmayan ellerimiz su toplardı ve patlardı. Böyle bir kaymakamlık yaptık. Bir de orada devleti yakından tanıma imkânına sahip olduk. Çünkü Kaymakam bütün bakanlıkların temsilcisidir, onları tanıdık.
Kaymakamlığımın 10. yılında Başbakan Sayın Demirel’di. Bakan rahmetli Gün Sazak’tı ve bence cumhuriyet tarihimizin en önemli ve en başarılı bakanıdır. Bakınız en başarılı derken diğerlerinin arasına kendimi de koyuyorum, iki defa bakanlık yapmış birisi olarak. Gün Sazak üstelik milletvekili de değildi, dışarıdan tayin edilmiş bir Bakandı. Ama 5,5 ayda Türkiye’de gümrüklerde kaçakçılığı ve rüşveti önledik. Bakanımızın rehberliğinde. O dönemde, karşı bazı milletvekilleri dahi, Gümrük Bakanlığı’nı hükümetten ayrı değerlendirdiler ve o bakanlığın icraatını övdüler. Mesela Süleyman Genç, o zaman CHP’nin sol kanat milletvekiliydi. O, Meclis Genel Kurulu’nda ve bütçe komisyonunda yaptığı konuşmalarda, “Ben, bu hükümeti beğenmiyorum, sayın bakanı da beğenmiyorum, sevmiyorum ama doğrusu hiç kimsenin yapmadığını yaptılar, namuslu, dürüst bir icraat ortaya koydular ve rüşveti ve kaçakçılığı önlediler” diye övdü.
Sonraki dönemde hayat çizgimiz başka türlü gelişti, hayat çizgimizin üzerine bir dönem sonra bize başka bir deneyim kazandıran başka bir hizmet konuldu. O da, sonradan holding haline getirdiğimiz, gelmesinde benim de katkım olduğu, orada koordinatör olarak çalıştım, ticareti öğrendim, sanayiyi öğrendim, yatırımlar koordinatörü olduğum için de birçok iş alanı ile ilgili bilgim gelişti, Türkiye’deki ekonomik gelişmeler, dünya ekonomisi ile ilişkiler konusunda birebir 4 yıl staj gibi çalıştım.
Bu arada İş Dünyası Vakfı diye, bir vakıf için teşebbüse geçtim. Bu vakfı kurma çalışmaları sırasında akşamları oturup, sütlaç yiyerek görüşmeler yapardık. Yine böyle bir toplantıda bir telefon geldi. Telefon eden Hasan Celal Güzel’di, dostumdur, çok severim, çok değerli bir devlet adamıdır Hasan Celal Güzel. Dedi ki, “Sayın Başbakan, sizi milletvekili olarak görmek istiyor, siz zaten çabucak bakan olursunuz, arkadaşlar da bunu istiyor. Mehmet Keçeciler de sizi arayacak” dedi. Biraz düşündüm, bu sohbetten iki ay sonra filan kendimi İstanbul milletvekili olarak buldum. Kısa zamanda da Özal’a götürdüğüm projelerle kendimi Özal’a biraz daha yakından tanıtınca Kültür Bakanı oldum. Kültür Bakanlığı’nda Türkiye’ye hizmet etmeye çalıştık. Kültür Bakanlığımız döneminde yaptığımız şuydu, biz milli kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmalıyız. Bu söz Atatürk’ün 10. yıl nutkundaki sözüdür. Cumhuriyetimizin temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürüdür. Milli kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağız. Ne demektir bu? Bizim milli kültürümüz dünyanın en zengin kültürüdür ve kökleri en derin kültürüdür. Bunu çağa söyletmemiz lazım, dünyaya açmamız lazım dedik ve bu çaba içerisinde bulunduk. Mesela 1990 yılında UNESCO’ya teklif ettik. Dünyada 1991 yılını Yunus Emre sevgi yılı olarak ilan ettirdik. Biz UNESCO’nun bu ilanından yararlandık, Yunus Emre’yi dağa, taşa, Amerika’ya da, Rusya’ya, Türk Cumhuriyetlerine, Arap Ülkelerine götürdük ve Yunus Emre’yi dünya gördü, tanıdı ve şaşırdı. Böyle bir Türkmen mi varmış diye.
Yunus Emre bir Türkmen şairi diye bilinir ama Türkmenlerin bundan haberleri yoktu, bilmiyorlardı. 70 yıllık bir Sovyet dönemi birçok şeyi unutturmuştu, bizim kardeş halklarımıza. Sonra Yunus Emre’yi tanıyınca, tabii Yunus Emre’yi Türkmen Türkçesinden ve bir çok Türkçeden yayınladık, ne yapılması gerekiyorsa hepsini yaptık. Türkmenler heykelini dikti, bugün bütün dünyada Yunus Emre bilinir. Yunus Emre’yi tanıtmak niye önemli? Yunus Emre’yi tanıtırsanız bizi tanıtırsınız. Özümüzü tanıtırsınız, öz değerlerimizi, insan sevgimizi, Allah aşkını, hoşgörüyü. Bütün insanlığın muhtaç olduğu bizim öz kültürümüzü bütün insanlığa yayarsınız, bir…
İki; Yunus Emre’yi bilen, Yunus Emre’nin içinden çıktığı topluma sevgi duyar. Üçüncüsü, Yunus Emre’yi tanıtırsanız, Yunus Emre’yi seven ve bilen insanlar bizim mallarımızı tercih ederler. Fransızların meşhur Başkanı De golle’a bir dönemde, “Niye Fransız kültürünü dünyaya yaymak için bu kadar para harcıyorsun” diye eleştiri geldiğinde şöyle cevap verdi; “Evet para harcıyorum ama benim harcadığım paralar kat kat geri geliyor. Çünkü Fransız kültürü ile yetişenler ve sevenler, uluslararası zeminlerde bizi destekliyorlar. Aynı zamanda da bizim mallarımızı tercih ediyorlar.”
Yani Yunus Emre’yi, Hoca Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Hacı Bayram-ı Veli’yi, Nasrettin Hoca’yı, Köroğlu’nu öz değerlerimizi, Karacaoğlan’ı dünyaya tanıttığımız zaman bu aynı zamanda para getirecek bir iştir, sadece sevgi değil. Bunu yapma çabası içerisinde olduk, Allah’ın verdiği güçle, devletimizin, milletimizin imkânlarıyla, Özal’ın desteği, rahmetli Adnan Kahveci Maliye Bakanıydı. Maliye Bakanlığı’nın kasalarını bize açtı ne istediysek verdi. Sinema sektörümüz ölmüştü onu dirilttik. Yani bir taze kan verdik. Niye sinema sektörü üzerinde bu kadar duruyorum? Çünkü sinema sektörü, kültürü dünyaya yaymanın ve ülkeyi tanıtmanın en kestirme yollarından birisidir. Onun için buna çok önem verdim. Bütün sanat dallarını destekledim, şairlerimize dahi şiirlerini besteletmek için aldık ve destek verdik. Bu bizim tarihimizde vardır. Yani şairlerin de desteğe ihtiyacı vardır.
Bunları yapmaya çalıştık, daha pek çok şey yaptık. Saymakla bitmez işler yaptık ama bu arada Özal’ın çok dikkatini çektik. Rahmetli kendisinden sonra yerine iki isim düşünmüş. Birisi Yıldırım Bey, birisi Namık Kemal Zeybek. Adnan Kahveci geldi bana anlattı. Dedi ki, patron sizi düşünüyor ama ben bir proje götürdüm dedi. Şöyle söyledim Namık Kemal Zeybek Genel Başkan olsun, Yıldırım bey Başbakan olsun. Dedim ki, Adnan bey bunda bir yanlışlık olmuş. Devlet işlerini ben daha iyi bilirim. Ben devlet adamıyım. Hayatım böyle geçti. Ben başbakan olayım, O Genel Başkan olsun dedim. Yok dedi öyle değil. Siz hitabetinizle, fikriyatınızla partiyi canlandırırsınız. O lazım ama Başbakanlığı patronun kendisi yapacak dedi. Böylece bir sır açıkladım sizin programınız da. Kendisi yapacak. Siz biraz dik başlısınız buna izin vermesiniz diye düşünülüyor dedi ama pek uygun gelmedi bana bu iş. Çünkü Genel Başkan başka, Başbakan başka. O Avrupa’da var dedi. O dönem de Yıldırım Bey seçildi.
Yıldırım bey döneminde partinin oyları Anavatan Partisinden söz ediyoruz. Biraz düşünmeye başlayınca yeni bir arayış başladı. Bu sefer bana rahmetli Özal dedi ki, “Aday olun biz seni destekleyeceğiz.” Biz dedi. Ben de demedi. Biz destekleyeceğiz dedi. Sonunda olaylar başka türlü gelişti. Biz aday olamadık, olmadık. Ama herkes bizi aday diye söyledi. Nasip bugüneymiş. Yani Anavatanın koltuğuna, rahmetli Özal’ın koltuğuna oturmak şimdilere nasipmiş. O zaman böyle bir şey olmadı. Mesut bey geldi. Mesut bey gelince biraz tabi kongrede vesaire de biz sertleşmiştik. Daha da doğrusu Mesut Bey’in gelmesiyle birlikte partinin milliyetçiler, muhafazakârlar ve liberaller dengesi vardı. Mesut Bey gelince bozulacağını düşündüm. Doğru yanlış öyle düşündüm ve dengesi bozulmuş sadece liberallerin partisi haline gelmiş bir Anavatan Partisinde benim bulunmam artık doğru olmaz diye ayrıldım. Rahmetli Özal çağırdı, “Gitme” dedi, vaatlerde bulundu. Sonra yine bir şeyler yapacağız dedi. Milletvekili yapalım, Bakan yapalım gibi şeyler söyledi ama hayır dedim. İlke meselesi. İzin istedim Sayın Cumhurbaşkanımızdan. Biraz da kızdı bana biliyorum ama o bana kızabilir. Ben onu hep sevdim.
“Özal’ın yaptığı hizmetler unutulmaz”
Rahmetli Özal’ın Türkiye’ye yaptığı hizmet, Türk Dünyasına yaptığı hizmet unutulamaz. Bir gün onunla birlikte Moskova’ya gitmiştik. Moskova’da böyle kalabalık bir insan grubu bekliyor. O kalabalık insan grubu içinde iki insan. Özal heyetle birlikte Büyükelçiliğe girdi, ben de hemen gittim o insanlarla kucaklaşmaya başladım. Onların kim olduklarını biliyordum. Onlar Ahıska Türkleriydi ve Özal ile görüşmek için bekliyorlardı. Bir başkanları vardı fakat ilginçtir, onların içerisinde bir de Cumhurbaşkanı vardı. O da bekliyordu. Onların içine sığmış Gagavuz Cumhurbaşkanı Stefan Topal. O da oradaydı. O da onu bekliyordu. Yani Cumhurbaşkanı ama o dönem böyle tanınmış ve bağımsızlığını kazanmış bir ülke değil. Şimdi de değil zaten. Ben onların ikisini aldım, götürdüm. Büyükelçiyle ve Sayın Cumhurbaşkanımız Özal’la görüştürdüm. . Çok ilgilendi ve sonra da yardımcı oldu. Efendim.
O dönem öyle gerekti, ilke meselesi yaptım ve Anavatan Partisi’nden ayrıldım. Demokrat Parti bir denge partisidir. Hem kendi içinde dengeleri vardır. Hem ülkelerin dengelerini yerli yerine oturtan bir partidir. Siyasi partilerin böyle olması daha sağlıklıdır. Bu kadar tecrübeden sonra kesin olarak bu kanaate vardım ki bir siyasi partinin tek başına bir fikri sivriltip onun siyasetini yapması çok sağlıklı olmuyor. Yani çok tecrübeden sonra, dengeleri gözeten, toplum dengeleri gözeten ve barış ve uyum getiren bir siyasi parti daha doğru bir hareket olarak görüyorum ve düşünüyorum. O zaman Doğru Yol Partisi’nden, değerli Cumhurbaşkanım..
“Demirel, 28 Şubat’çı değildi.”
RAHMİ VARDI: Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı’nda
NAMIK KEMAK ZEYBEK: O getirdi, o çağırdı gittim. O’nun hem Baş Danışmanı, hem Büyükelçi sıfatıyla, Türkiye ile Avrasya’daki Türk Cumhuriyetleri’nin ilişkilerinin koordinasyonunu yaptım. Başbakanlık yetkilerinin bir kısmını devir almış, yani müsteşarlara ve genel müdürlere dahi buyruk verme yetkisi almış, Sayın Demirel’in verdiği yetkiyle, Koza Sokak’ta otuz üç kişilik bir büro kurduk. Türk dünyası Koza’da dedik. Sonra açılacak, kelebek olup açılacak diye şaka yaptık. Ama Sayın Demirel’in gölgesinde, sayesinde on bin öğrenci getirdik. Tüm Cumhurbaşkanları doruk toplantıları yaptık. Yani dünyanın neresinde Türk varsa, onunla ilgilendik ve buna benzer birçok iş yaptık. Cumhurbaşkanı olunca beni Cumhurbaşkanlığına çağırdı Cumhurbaşkanlığı’nda Baş Danışman olarak aynı konuyla ilgili görev yaparken, bu sefer partinin genel başkanı Sayın Tansu Çiller, ona herhalde tavsiyede bulunanlar oldu ki, benimle görüşmek istedi. Ankara’dan liste başlığını teklif etti. Ama bir müddet sonra, İstanbul Milletvekili oldum. Sonra da 54. Cumhuriyet Hükümeti’nde, refah yol hükümetinde görev yaptım. O hükümet Türkiye’ye çok büyük hizmetler yapmıştır. Türkiye’de milli tasarrufla, milli kaynaklarla Türkiye’nin kendisini yönetebileceğini, bir kuruş borç almadan yönetilebileceğimizi gösteren, çok ciddi işler yapılmıştır. O dönemde memurlara, işçilere ve emeklilere gerçek hesapta yüzde %20 zam yapılmıştır. Türkiye dışa açılmıştır ve fakat o dönemde de, ne yazık ki yine ordumuz içinde ortaya çıkan bir çete, 28 Şubat’ın gerçek suçluları olan o çete, maalesef bunlar Marksist gelenekten gelen din düşmanı ateist, daha çok Suriye modeli bir rejim kurmak isteyen böyle bir grup, ne yazık ki harekete geçti ve bunu dengelemek için başka işler oluştu, müdahaleci güçler oluştu vs. Türkiye, çok karanlık bir dönem yaşadı. 28 Şubat dönemi, en karanlık dönemlerden birisidir. Çok büyük bir felaket olabilirdi. Türk tarihi tamamen ekseninden kayabilirdi. Türkiye Cumhuriyeti bambaşka bir hale gelebilirdi. O dönemi başarıyla yöneten ve bu beladan Türkiye’yi çıkaran ama bu arada da bizimde bakanlıktan olmamıza, hükümetimizden gitmemize sebep olan güçleri dengeleyerek götüren bir Cumhurbaşkanımız vardı. Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel’in oradaki yerini doğru anlamak lazım. O 28 Şubat’çı değildi. 28 Şubat’ın belalarından, Türkiye’yi kendi usulünce ve yumuşak inişle, kurtarmak için mücadele eden bir insandı ve onun orada olması da Türkiye için bir şanstır. Kimse yanlış anlamasın, iş çok karışıktır.
“Türkiye kan gölüne dönecekti”
RAHMİ VARDI: Sayın başkanım, 28 Şubatla ilgili Demirel ve sizler Doğru Yol Partisi suçlandı. Siz bunlara gerçi cevaplar da verdiniz ama yani bu anlatılamadı mı, 28 Şubat’ın çabaları, gerçekten o zaman daha çok gündemdeydi ama zaman geçtiği için suçlanıyor.
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Ben anlatıyorum benden başka da anlatan yok. Ben anlatıyorum, çünkü ben olayların içindeyim. Bu darbeci cuntanın gerçekleri daha ortaya çıkmadı, müdahaleciler vardı, darbeciler vardı. Bunlar arasında da çatışma vardı. Eğer darbeciler muvaffak olsaydı, Türkiye kan gölüne dönecekti, Türkiye’de kalıcı bir diktatörlük olacaktı.
RAHMİ VARDI: Orada da mı bölünmüştü?
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Üç kademede bölünmüştü. 54.hükümet ki, çok başarılı çok değerli bir hükümettir. Bu hükümet, darbeci cuntanın istismar edeceği ortam ortadan kalksın diye feda edilmiştir. Ama biz, ben bakan olarak bire bir mücadele ettik. O dönemlerde de televizyonlardan, gazetelerden, konuşmalarımla gerçekleri haykırmaya çalıştım. Duyurmaya çalıştım. Neyi duyurdum? Bu hükümet devam etmeli diye.. Bizim konumumuz başkaydı, biz hükümetin bir üyesiydik ve biz hükümetin devamını istiyorduk. Ama mümkün olmadı, herkes konumuna göre davrandı ama şunu söyleyeyim ki hiç kimse Sayın Demirel’i 28 Şubat’çı olarak ilan etmesin. Çok büyük bir imtihandır. O’na yapılmış, yani O’nun da birçok şeyi anlatması mümkün değil, belki de hayatı boyunca anlatmayacak ama ben anlatıyorum Bakınız anlattım. Özet olarak budur yani.
O, Cumhurbaşkanı olarak konuya bakıyordu. Biz ise hükümetin bir ferdi ve hükümetin sözcüsü olarak, ben hükümet sözcüsüydüm. Yani hükümet adına konuşma yetkim vardı. Hükümet sözcüsü olarak, biz bu mücadele denklemi içinde demokrasiyi, 54. üncü hükümeti ileriye götürerek savunmak ve Türkiye’nin yakaladığı bu öz kaynaklara dayalı kalkınma modelini yetiştirmek mücadelesini verdik. Ben partimden asla ayrılmadım. Sonuna kadar mücadeleyi götürdüm. Yani bazıları zannediyorlar ki ben istifa ettim. Hayır asla istifa etmedim. Mücadeleyi sonuna kadar götürdüm, sonuna kadar. Ve o dönemi bilenler bilir ki, bu konuda sadece hükümet sözcüsü değil, televizyonlarda ve gazetelerde, parti adına da sözcülük yaptım. Tabi ki o dönemin genel başkanı Sayın Çiller de çok büyük bir direnç ortaya koymuştur. Yani o dönemin şartlarında hoşumuza gitmeyen işler olmuş olabilir ama benim de hoşuma gitmeyen işler olmuştur. Ve tabi ki Sayın Çiller’e, hükümeti kurma yetkisinin verilmesini istiyordum. Ama verilmedi. Verilmemesinin sebebi Sayın Çiller’e ve Sayın Erbakan’a bu hükümete hükümet etmek için güvenmemekten değil, dengeleri korumak çabasından gelmiştir
RAHMİ VARDI: Bu arada, yine sözünüzü pek fazla bölmek istemiyorum. Gerçekten yakın tarihinize ışık tutuyorsunuz Türk insanları Türk milleti mağdurun yanındadır her zaman sayın dokuzuncu Cumhurbaşkanımızda altı yedi defa gitti geldi kendi talebiyle bu mağduriyetinden dolayı fakat 28 Şubat’ta çok ilginç bir şey oldu mağdur olan partilerin gerçek mağdurların ikisi de şuan mecliste değil bu tezattı nasıl, yani o mağdurlar anlatamadılar mı? Onların şu an ikisi de yoklar Doğru Yol Partisi yok saadet partisi de mecliste değil ama 28 Şubatın mağdurları da bu iki parti bu bir çelişki değil mi anlatılamadı mı bu?
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Çelişki. Demek ki her zaman mağdur olmak yetmiyor. Başka şartlar gelişiyor. Çünkü 28 Şubat’ın, batı çalışma grupları falan gibi, mutlaka hesap sorulması ve yargılanması gereken bir takım oluşumlara, bu hesap sorulmalı. Yani ne sıfatla böyle bir şey kurdun, ne hakla yaptın, sen kimdin? O dönemde öyle bir zihniyet oluştu ki, Refah Partisi’ni kapatma davası iddianamesini okuyanlar, (okuyamamışlarsa bir daha baksınlar, okusunlar) hedef hükümet falan değildir. Hedef, doğrudan doğruya Kuran-ı Kerim’dir. Doğrudan doğruya İslam’dır. Yani bir Cumhuriyet Savcısı, bakın yine heyecanlandım, o dönemde bunları söyledim. Dedim ki; ‘sayın savcı, siz Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu Müslüman halkın, devletin başsavcısı olarak, böyle bir şeyi söyleyemezsiniz, eğer siyasetçiyseniz çıkın karşımıza öyle mücadele edin, istifa edin öyle mücadele edin.’ dedim.
O zaman bana, ‘biraz sakin ol’ dediler. İşte bunlar seni tutuklarlar, falan. Yani büyüklerimiz söylüyor ama aynı heyecanla o gün de, bu gerçekleri gündeme getirdim. Öyle bir zihniyet vardı ki orada, 28 Şubat’ın içinde öyle bir belalı ve felaketli zihniyet vardı ki, sadece bizim hükümetimiz değil, bu milletin dinine karşı bu milletin mukaddes kitabına karşı bir saldırı vardı. Sanki yargılanan refah partisi değil de, Kuran-ı Kerim’di. Bu söylediklerime bazı insanlar inanmayacaklar belki. Onlara diyorum ki, açın o iddianameyi bulun, kütüphanelerden mesela milli kütüphanede vardır. Ya da bir yerlerden temin edin, bakın. Böyle bir dönemdi tam bir saldırıydı. Tabi o saldırı sırasında bizim partimizde de bir ayrılma oldu biliyorsunuz. Doğru Yol Partisi içinde bazı arkadaşlarımız, yapılan şiddetli propagandaya kapıldılar, partimizden ayrıldılar. Ayrı bir parti kurdular ve o ayrı partide bize çok zara verdi. Şemsiye Partisi adı meşhurdur, adını söylemek istemiyorum. Çünkü adıyla, adıyla yaptığı işler hiç birbiriyle bağdaşmaz. Orada görev yapan arkadaşların hepsini de suçlamam. Çok iyi niyetle ve dönemin propagandasına kapılarak böyle yapmış olanlar çoktur içlerinde. Onlardan bir kısmı zaten döndü, geldi. Ama o işin başında bulunanların, vicdan muhasebesi yapmalarını isterim. Niye böyle bir şey yaptım diye, niye zalimleri alkışladınız diye, niye zalimlerin ekmeğine yağ sürdünüz, değirmenine su taşıdınız diye. Bunlarında bu soruların cevaplarını kendi vicdanlarında bulmalarını isterim. Evet o dönem geçti. Yani dediğiniz gibi partilere çok zararlar verildi. Sonra Refah Partisi de bölündü. Bu darbeye dayanmak zordur. Çok ağır bir balyoz, hani balyoz diyorlar ya, balyoz asıl o zaman indi.
RAHMİ VARDI: Refah partisini bölünmesi bir proje miydi o zaman?
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Tabi olabilir. Neden olmasın? Uluslararası projelerde vardır bu işler. Refah Partisi bölündü, insanlar yılgınlığa kapıldı, başka planların peşine düştü ve sonunda bugünkü siyasi manzara ortaya çıktı. Şimdi bu siyasi manzarada da biz ortaya çıktık.
RAHMİ VARDI: Bu güne gelmeden sayın bakanım kısaca yine demokrat partiden genel başkanlığınızdan önce bir iki kısa şey kaldı onları da bitirelim ve tekrar başkanlığınıza dönelim. Siz Türk dünyasında önemli çalışmalar yaptınız. Tıp dünyasının meselelerine farklı bakışlar getrdiniz. Bir tanesi bunların en önemlisi şu an ortada duran dev gibi bir proje olan Ahmet ye sevinin dünyaya tanıtılması biraz önce Yunus Emre’yi nasıl dünya’ya tanıttıysanız. Türkiye’de tanınıyordu. Türk dünyasında tanınıyordu ama bu kadar tanınamıyordu. Hoca Ahmet ye sevi adına bir üniversite açtınız. Oranın… Heyeti başkanlığını yaptınız. Orada öğretim üyesi olarak görev yaptınız. Şuan ki pozisyonunuz devam ediyormuş etmiyor mu? Bu arada Ahmet ye seviş ile ilgili isterseniz kısaca konuşalım.
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Şimdi şöyle efendim.. 1989’da Kültür Bakanı olduğumda Sovyetler Birliği’nde birtakım çatırdamalar meydana geldi, gelmeye başladı. Yani Sovyetler Birliği’nde kulağımıza çok sevimli gelen bazı Rusça kelimeler var. Şimdi o sözlerin bir anlamı Sovyetler Birliği’nin artık dağılmakta olduğu gerçeğiydi. Dolayısı ile biz hemen teşebbüse geçtik ve o cumhuriyetlere gittik. Ben önce Azerbaycan’a gittim, Türkmenistan’a, sonra Kazakistan’a, Özbekistan’a, Kırgızistan’a gittim. Benim şöyle bir özelliğim var; Azerbaycan Türkçesini yahşi danışırsam, yani kulak asırsam dinleyeme bilire ben, Azerbaycan Türkçesi danışıram. Yani, Azerbaycan Türkçesini konuşurum ve Azerbaycan Türkçesinden okuduğum şiirlerde bir aksan olmaz, hatta çok Azerbaycanlıdan da daha düzgün konuşurum.
“Türk cumhuriyetlerle ilişkileri ben başlattım.”
RAHMİ VARDI: Biraz sonra size bir şiir okutacağım.
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Hay hay. Sonra diğerlerini de öğrendim. Bu arada diğer Türkçeleri de öğrendim. Yani Kazakça, Kırgızca hepsini öğrendim. Bu önemli. O cumhuriyetlerle ilişkileri ben başlattım. Türkiye Cumhuriyeti hiçbir ilgi duymazken, ben o ilişkileri başlattım. Özal meraklıydı, sorardı. Nereye gidiyorsun, kim bunlar, azıcık konuşta dinleyeyim, din anlayışları nasıl, ekonomileri nasıl falan diye sorardı.
1991’de, senin cumhuriyetlere gideceğim, hangisine gideyim? diye sordu. Hepsine gitmelisiniz, yoksa küserler dedim. Hayır, seç deyince ben de Kazakistan ve Azerbaycan dedim. Neden diye sordu. Kazakistan’ın önemini anlattım. Büyüklüğünü nişanlarını ve diğer cumhuriyetlerin şemsiyesi ve kalkanı olduğunu anlattım. Azerbaycan ise bize çok yakındır ve onunla biz çok daha yakın olabiliriz, onu anlattım. Bir de siz Azerbaycan’ı küstürdünüz, gidip barışmalısınız dedim. Ne yaptım dedi. 1990 Ocak ayında Rus tankları batıya girdiği zaman, ‘onlar Şii’dir, biz suniyiz. Bize ne, İran ilgilensin’ demediniz mi dedim. Kıpkırmızı oldu. ‘orada bir Ermeni gazeteci sordu onu. Ben de ona söyledim. Ben nereden bileyim bizimkilerin de yazacağını” dedi. Herkes böyle şeyler yapar, niyetiniz iyi ama gidip barışmalısınız dedim. Gittik, barıştı. Bir iki konuşmayla, Azerbaycan’ın sevgilisi haline geldi. Bu arada bir resmi yemekte, önce o konuştu sonra Azerbaycan Cumhurbaşkanı konuştu. Sonra bana ‘iki şiir oku, Semra’nın yaş gününde Azerbaycan Türkçesinden iki şiir okumuştun ya, onları burada oku’ dedi. Resmi konuşmaların yapıldığını söyleyince ‘ben hallederim’ dedi. Ayağa kalktı ve ‘bizim kültür bakanı sizin sanatçılara teşekkür konuşması yapacak’ dedi, sonra kulağıma ‘geniş tut, rahat ol ’ diye fısıldadı. 45 dakika konuştum.
Azerbaycan Türkçesinde iki şiir okudum orada ve yer yerinden oynadı. Türk cumhuriyetleri Allah’ın Türkiye’ye büyük bir hediyesidir. Ama bu değerlendirilmelidir, gecikmeden onu söyleyeyim ve geçeyim. Ahmet Yesevi Üniversitesi’ne gelince; evet Sayın Demirel’den aldığımız güçle destekle Kazakistan’ın Türkistan şehrinde. Şehrin adı Türkistan. Neden Türkistan? Çünkü; Hoca Ahmet Yesevi’nin şehri. O yüzden, ‘Şehr-i Piri Türkistan’ denilmiş ve Türkistan olarak kalmış adı. Şu anda 120 bin insan yaşıyor. Orada bir üniversiteye ortak olarak girdik. Ben kurdum ve 14 yıl yönettim o üniversiteyi. 30 bin öğrenci yetiştirdik. Şu anda Türkiye Türkçesini çok iyi, ya da az bilen, ama bilen 30 bin öğrencimiz Türk dünyasına yayılmış durumda. Bir ara fetret dönemi yaşadı. Çünkü Balyoz’cu diye bilinen bir generali eski Cumhurbaşkanı Sezer ki, o Sezer’i oraya getirenler, bir vicdan muhasebesi yapmalıdırlar, sayın Sezer’i o makama getirenler, nasıl bir tahribata yol açtığını düşünerek, vicdanlarında bunun muhasebesini yapmalıdırlar, o kadar söyleyeyim geçeyim.
“Dünya ile bütünleşeceğiz.”
RAHMİ VARDI: Şimdi gelelim Demokrat Parti Genel Başkanlığı’na, 3 gün içerisinde hazırlık yaptınız, Tansu Çiller’in aday olmaması üzerine Demokrat Parti Genel Başkanlığına aday oldunuz. Kazandığınız gün benim başbakan olmam lazım diyerek, sahaya çıktınız. Bu arada eski genel başkan Sayın Cindoruk, açıklamalarında “Demokrat Parti eksen kaymasına gidiyor” dedi. Demokrat Parti 5 ay gibi kısa bir zaman içerisinde toparlanabilecek mi? 5 aydan sonra barajı aşamazsanız Genel Başkanlığa devam edip mücadele edecek misiniz? Seçimlerden sonra Sayın Tansu Çiller ve Demirel sizi arayıp tebrik etmişler. Sayın Çiller’i 5 aylık süreç içerisinde mitinglerde görebilecek miyiz, sizi destekleyecek mi?
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Önce şunu söyleyeyim. Elhamdurillah, Menderes’in Demokrat Partisi’nde, o ruh içerisinde yeniden diriltmek üzere ve rahmetli Menderes’in, Demirel’in Özal’ın aldığı oyları yeniden almak amacıyla ve hizmetleri çağa uygun şekilde aynı anlayışla sürdürmek üzere genel başkanlık makamını Allah bize nasip etti. Bu işler biraz da nasip meselesi.
Şöyle bir söz var; hazırlık ve fırsat. Elbette ki, benim hazırlığım sizin de baştan beri konuştuğumuz gibi, hayat beni hizmete hazırladı. Ben başbakanlığa bugün ortada olan genel başkanların tamamından daha fazla hazır olduğumu düşünüyorum. Şu anda adı çok geçen genel başkanların hayat tecrübesinin tamamını bir yere koysanız, benimkini de sağa koysanız benimki onları tartar. Bunu herkes biliyor. Bunu asla böbürlenmek amacıyla değil, herkesin bildiği gerçeği hatırlatmak için söylüyorum. Ben başbakanlığa hazırım ve başbakanlığı istiyorum. Türkiye için doğrusu benim başbakanlığımdır ve Demokrat Parti’nin iktidarıdır.
Eksen kayması diyorlar. Eksen nedir? Eğer eksen Demokrat Parti’den ayrılıp Hürriyet Partisi’ni kurmaksa, hayır bizim için eksen Demokrat Parti’dir. Eksen, 28 Şubat’ta Şemsiye Partisi’ni kurmak ve 28 Şubat’çılık yapmaksa, hayır bizim eksenimiz Demokrat Parti’dir. Biz o eksenleri kabul etmiyoruz. Bizim eksenimiz, cumhuriyet değerlerine bağlı kalarak, olabildiğince demokrasi, dolayısıyla bu partide hiçbir şekilde darbecilerin avukatlığı yapılamaz, yapılırsa bu eksen kayması olur. Darbeci kuşkusu olanlarla ilgili de avukatlığa soyunulamaz. Avukatlık yapmak isteyenler, gider yaparlar. Bu dev gibi hareketi hiç kimse herhangi bir davanın avukatlık bürosu haline getiremez. Getirirse sonuçlarına katlanır, sonuçlar da ortaya çıkmıştır.
Kongrede kalktım şunu söyledim; ben Menderes’in Demokrasisini hedefliyorum. Cumhuriyet değerleri ile en ileri demokrasi arasındaki dengedir eksen. Ben tabandan başlayan kalkınma ile, yani işçinin, çiftçinin, memurun, alt gelir gruplarının hakkını vererek, kaynakları oraya aktararak ilan ettim; memurlara, işçilere ve emeklilere yüzde 50 zam yapacağım. Bunun hesabını yaptım. Bu para var çok kolay. Bunu rakam olarak söyledim. Bunun dışında yeniden çiftçiye destekleme yapacağız. Terk edilmiş olan desteklemeler. Hem, üretmek için gerekli olan girdilerde, mazotta vesairede ucuzluk yaparak destekleyeceğiz. Hem de, ürünleri destekleyerek. Çiftçiliği dirilteceğiz, çiftçiliği diriltmezsek aç kalırız. Yarın yeniden süpürge tohumu yeriz. Gıdadan daha önemli bir şey yok, en temel ihtiyaç gıdadır. Esnafımızı dirilteceğiz dedik vesaire. Ama bununla birlikte üreterek dışa açılacağız. Bu dengeyi kuracağız. Milli bağımsızlığımızdan asla vazgeçmeden, dünya ile bütünleşeceğiz. Biz bu dengeler için milli, manevi ve insani değerlere bağlı, demokrat bir partiyiz, eksen budur. Doğru eksen budur. Kim aksini söylüyorsa o kendi eksenini söylüyor.
Dolayısıyla bizim yapacaklarımız ana hatlarıyla bunlardır. Başaracağız ve inşallah başaracağız. Biz şunu söylüyoruz, gayret bizden. Bütün gücümüzle çalışacağız, bize bir yer kapanırsa başka bir yerden yol bulacağız. İçimizde görev duygusu var, bir görev duygusuyla bu işe girdik. Meselemiz genel başkanlık koltuğunda oturup onun imkânlarından yararlanmak değil, o imkânlar bizde zaten vardı. Meselemiz başbakan olmak, Demokrat Parti’yi iktidar getirmek. Türkiye’nin iktidar ve muhalefet tarafından bozulan dengelerini yerli yerine oturtmak. Ana gövde budur, bu yolda gideceğiz.
Seçime az kaldı, 4 ay. 4 ay diyoruz ama zaman çok hızlı geçiyor, 4 ay içinde ne yapabilirsek yapacağız ve inşallah seçimden sonra iktidarı, hükümeti biz kuracağız. Hükümeti biz kuracağız sözünü doğru anlayacağız. Biz nasıl bir hükümet kurulmasını istiyorsak, öyle bir hükümet kuracağız. Bugünkü iktidar partisi ile kurarsak onu kendi çizgimize çekeceğiz, muhalefet partileri ile kurarsak onları kendi çizgimize çekeceğiz. Hangi çizgiye? Hem cumhuriyet, hem demokrasi. Hem tabandan kalkınma, hem dışa açılma. Hem bağımsızlık ve hem de dünya ile bütünleşme. Doğru çizgi bu, bunu yapacağız. Ondan sonra hiç kimsenin kuşkusu olmasın, sonraki seçimlerde Demokrat Parti Allah can sağlığı verirse yeniden tek başına iktidar olacak.
“Biz Levh-i Mahfuz’dan geldik”
RAHMİ VARDI: Türkiye’nin en büyük medya grubunun sahibi olan Doğan Medya grubunun sahibiyle bir akrabalık bağınız da var. Bunu herkes dezavantaj olarak önünüze çıkarıyor ama siz bunun avantajını hiç yakalayamıyor musunuz? Bu avantajları Doğan Medya grubunu kullanarak sizi göremedik. Bu dezavantajı, avantaja döndürebilecek misiniz?
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Niye yapıyorlar biliyor musunuz? Aydın Doğan, benim ağabeyimdir, severim ve sayarım. Bunda hiç kimseye öyle değildir diye söz söyleyecek bir durumum yok. Tabii bir durumdur, akrabalık ilişkisidir ama aynı zamanda zaman içerisinde dostluğa dönüşmüştür. Aydın Doğan ayrı bir şahsiyet, Namık Kemal Zeybek ayrı bir şahsiyettir. Yani kıyaslamak gerekirse, Namık Kemal Zeybek Türkiye’de müsteşarken, daha çok tanınmışken, değerli ağabeyimiz Sirkeci’de orta çaplı bir tüccardı. O zaman Aydın Doğan’dan bahsederken hiç kimse Namık Kemal Zeybek’in bacanağı diye bahsetmedi. Bunu bilerek yapıyorlar. Neden yapıyorlar biliyor musunuz? Biliyorsunuz ki, Allah’ın verdiği ifade gücü ile biz bir televizyona çıktığımız zaman o televizyonda izlenme gücü artar. Yani tabii olarak zaten Aydın Doğan Bey’in basını ve televizyonları bana yer verirlerdi. Şimdi böyle bir hava meydana getiriliyor ki, Aydın Doğan’ın bacanağı filan amaç bu. Herkes biliyor ki, Namık Kemal Zeybek, Namık Kemal Zeybek’tir. Herkes biliyor ki, benim aday olmama karar vermemde ne Aydın Doğan’ın, ne değerli büyüğüm Süleyman Demirel’in, ne Tansu Çiller’in, ne hürmet ettiğim ve Türkiye’ye hizmet eden, bugün yapılan bazı yanlışlardan ötürü Amerika’da yaşamak zorunda kalan değerli Fetullah Gülen’in ne başka bir cemaatin hiç kimsenin katkısı yoktur. Ben teşkilatımın isteği ile aday oldum ve Allah takdir etti geldim buraya oturdum.
Bu işleri bilmeyenler nasıl olurda üç günde genel başkan olur diye soruyorlar. Onlara sorulmalıdır, üç gün önce çıkan bir insana nasıl oldu da genel başkanlığı kaptırdınız? Kendinizi bir yoklayın, nerede yanlış yaptınız? Efendim Ufo’yla mı geldi? diyorlar. Siz, Namık Kemal Zeybek’i tanımıyorsanız kendinizi bir sorgulayın acaba doğru mu söylüyorsunuz yoksa sizde sıkıntılı bir durumlar mı oluşmuş. Neler oluşmuş ki, tanımıyorsunuz? Biz Levh-i Mahfuz’dan geldik. İşin esası budur.
“Benim meselem MHP değil.”
RAHMİ VARDI: Milliyetçi bir kökenden geliyorsunuz. MHP’ye de zarar vereceğiniz söyleniyor, bununla ilgili ne söyleyeceksiniz?
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Bir de böyle çocuksu, her şeyi komploya bağlamak istenen iddialar söylenir. Kimileri diyor ki, MHP’ye zarar vermek için çıktı, kimileri diyor ki, MHP’ye barajı aştırtmak için çıktı. MHP barajın altında onunla ittifak yapıp aştırtacak. Kimisi diyor ki, Aydın Doğan getirdi ki, AKP’nin oylarını alsın. Kimisi diyor ki, oradan geldi ki bunu yapsın. Kimsenin aklına gelmiyor mu ki, bu adam ortaya çıktı kaderinde vardı, bir hayat çizgisinde kaç defa Türkiye’de genel başkan olacak denilmişti ama nasibi bu güneymiş, bütün bu birikiminden sonra bir fırsat doğdu, o fırsatı değerlendirdi, teşkilatın teveccühü ile genel başkan oldu. Niye başka şeyler düşünüyorlar? Demokrat Parti gibi bir parti bir başka partiye zarar vermek için gelmez. MHP’nin bütün oylarını alsam ben ne yapacağım. Başarılar diliyorum. Benim meselem MHP değil. MHP’nin bütün oylarını alsam bana yetmez, onunla iktidar olunmaz ki, ben iktidar olmak istiyorum. Partimizi iktidar yapmak ve başbakan olmak istiyorum. Türkiye için hayırlı olan bu. Buna inanıyorum, bunu söylüyorum, doğrusu da budur.
RAHMİ VARDI: Sayın Bakanım çok teşekkür ederim. Bundan sonraki seçim çalışmalarınızda başarılar diyorum, Allah yardımcınız olsun.
NAMIK KEMAL ZEYBEK: Sağolun, Allah hayırlısını versin.
Kaynak: DP
“Benim meselem MHP değil.”
Gönderen SABİH SAMUR | 10:01 ÖS | Adnan Menderes, DP, MHP, Namık Kemal Zeybek, Süleyman Demirel, TRT, Turgut Özal | 0 yorum »
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum
Yorum Gönder