F16’LARIMIZA YUNAN TACİZİ
Balıkesir’den havalanarak eğitim uçuşu yapan Türk F-16’larının, Ege Denizi’nin uluslararası hava sahasında, Yunan uçaklarının üç kez tacizine uğradığı ortaya çıktı

30 Aralık 2006, 07:15

Yunan savaş uçakları, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile Yunanistan Genelkurmay Başkanı Oramiral Panagiotis Çinofotis arasında varılan mutabakata aykırı olarak, Ege Denizi’nin uluslararası hava sahasında eğitim uçuşu yapan Türk savaş uçaklarını üç kez taciz etti.Çarşamba günü yaşanan tacizlerden ilki Balıkesir’den havalanan iki F-16’nın, Yunanistan’ın N. Ankialos Havaalanı’ndan kalkan iki Yunan F-16’sı tarafından saat 13.26’da engellenmesiyle gerçekleşti. Planlı eğitim uçuşu yapan Türk F-16’ları, olayın ardından üsse geri döndü.Türk Hava Kuvvetleri’nin planlı eğitim uçuşu için Ege’nin uluslararası hava sahasında bulunan iki F-16’sı da, saat 15.45’te de Yunanistan’ın Skiros Havaalanı’ndan kalkan iki Mirage 2000 tarafından taciz edildi. Üçüncü taciz Midilli’nin batısında gerçekleşti. Balıkesir’den havalanan iki Türk F-16’sı, Yunan F-16’larının engellemesiyle karşılaştı.Türk uçaklarına yapılan önlemeler, Büyükanıt ve Çinofotis’in Atina’da vardığı mutabakata aykırı olarak gerçekleşti. Genelkurmay Başkanlığı, Büyükanıt’ın Atina temasları öncesinde "jest" niteliğinde bir adım atarak, resmi internet sitesindeki "hava sahası ihlalleri" başlığını erişime kapatmıştı. Bu link halen kapalı bulunuyor.Yunanistan temaslarını değerlendiren Büyükanıt, amaçlarının Türk ve Yunan savaş uçakları arasındaki çatışmaları ortadan kaldırmak olduğunu belirterek "Önemli olan oradaki gerginliği boşaltmak. Bu sorunu siyasilerin çözecekleri güvenli bir ortamı yaratmak" demişti. Büyükanıt, iki ülke uçaklarının uçuşlar sırasında birbirine belli mesafeden fazla yaklaşmayacağını ve milli - askeri günlerde iki tarafın uçuş yapmayacağını belirtmişti.206

GELEN YORUMLAR

MUAVENET
30 Aralık 2006, 10:30
Sakal bırakmaya karar verdim.Sn. büyükanıt’ın attığı adımın yanlış olduğunu mizahi bir şekilde eleştirmiş ve F-16 larımızın cephane kısımlarını Mavi ve Beyaz güllerle yükleyelim demiştim.Keşke dediğimi yapsalardı taciz esnasında füzeleri ateşlediğimizde gülleri sunmuş olurduk.Lütfen bakınız www.kirmizi-beyaz.blogspot.com saygılarımla Sabih samur

kAYNAK : gazeteci.tv

SİZCE DE İLGİNÇ DEĞİL Mİ?

Gönderen SABİH SAMUR | 2:16 ÖS | , , | 0 yorum »

Epey zamandır internet üzerinde dolaşan aşağıdaki e-postayı sizlerle paylaşmak istedim.

Sabih Samur

Adnan Kahveci- Eski Maliye Bakanı. Dedi ki;"Bizim bağımsız olmamız için Amerika ve IMF'den kurtulmamız lazım.." 2 gün sonra trafik kazasında öldü

Bedri İnce Tahtacı- Saadet Partisi Gaziantep milletvekili. Dedi ki;"Amerika en büyük engeldir bu ülkeye; istediğini Başbakan yapar, istediğini Cumhurbaşkanı yapar" 5 gün sonra G.Antep'e giderken trafik kazasından öldü..!


Levent Çotuk - İş Adamı. Aylık 400.000 adet konfeksiyon ihracatı yapıyordu.Bankalarla sıkı kredi ilişkileri vardı. .............isimli bankadan yaklaşık 3.000.000 Milyon Dolar kredi talebinde bulundu.Bunu haber alan Yahudi kökenli bir factoring sahibi kendisine bu parayı tedarik edebileceğini söyledi;Levent Çotuk kabul etmeyince şirketi tarih oldu ve Türkiye kaybetti.

Turgut Özal- Cumhurbaşkanı. Dedi ki;"Musul ve Kerkük bizimdir alacağız"10 gün sonra öldü..!

Eşref Bitlis- Jandarma Komutanı. Dedi ki;"Amerika'nın İncirlik'ten kalkan uçakları pkk'ya yardım atıyor" 4 gün sonra - (eksi) 60 dereceye kadar dayanıklı olan helipkopter ile Siirt'e giderken helikopteri düştü ve öldü..!(Kaza nedeni helipkopter motorların buzlanması! Oysa Siirt'te o esnada hava sıcaklığı -11 idi)

Recep Yazıcıoğlu- Denizli Valisi. Denizli'de kanun çıkardı;"Artık bundan sonra cafe ve benzeri yerlerde Ingilizce isim kullanılmayacak, yani "cafe" degil "kahve" yazılacak" dedi ve 1 hafta sonra Ankara'ya giderken trafik kazasında öldü..!

TBMM-1 mart tezkeresine red oyu verdi. 3 gün sonra İstanbul'un göbeğinde bombalar patladi.
Kaç kişi öldü..!


ŞEHİTLERİMİZ TÖREN VE ETKİNLİKLERLE ANILDI.

Etkinlikler, saat 08.00`de Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı`ndan Kurmay Albay Mehmet Dağman`ın BRT radyosundan yaptığı konuşmayla başladı.
Lefkoşa Şehitler Abidesi önündeki anma töreni ise saat 09.00`da başladı.
Saygı Marşı, saygı duruşu ve saygı atışıyla başlayacak törende İstiklal Marşı eşliğinde bayraklar göndere çekilecek. Anıt özel defterinin imzalanmasının ardından GKK`dan Kurmay Albay Mehmet Dağman konuşma yaptı.
Saat 09.30`da da Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi`nde Şehitleri Anma Programı düzenlendi. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı`yla başlayan programda, Bülent Ecevit Anadolu Lisesi korosu marşlar okudu, Şehit Aileleri ve Malul Gaziler Derneği Başkanı Ertan Ersan konuşma yaptı, Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı Korosu marşlar sundu. Mücahitler Derneği Başkanı Vural Türkmen`in konuşmasının ardından program, Bülent Ecevit Anadolu Lisesi öğrencilerinin tablosuyla tamamlandı.
Şehit Aileleri ve Malul Gaziler Derneği binasındaki Atatürk Büstü`nün açılışı da saat 10.45`te Cumhuriyet Meclisi Başkanı Fatma Ekenoğlu tarafından yapıldı.
Aynı gün Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı`ndan Kurmay Albay Mehmet Dağman saat 18.00`de BRT televizyonunda konuşma yapacaktı.
21 Aralık Mücadele ve Şehitler Haftası, ilçeler ile okullardaki tören ve etkinliklerle de anılacak.
Gazimağusa, Girne, Güzelyurt ve İskele`de de 21 Aralık törenleri yapıldı.
Ayvasıl (Türkeli) köyünde şehit düşenler 22 Aralık, Larnaka şehitleri de 23 Aralık Cumartesi günü anıldı.
ERTUĞRULOĞLU: RUM-YUNAN İKİLİSİ HEDEFLERİNDEN VAZGEÇMEDİ
Öte yandan Ulusal Birlik Partisi (UBP) Genel Başkanı Tahsin Ertuğruloğlu, Kıbrıs Türk halkının, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olgusuna kolay gelmediğine işaret ederek, ``Bugünkü özgürlük ve barış ortamı, Anavatan Türkiye ile birlikte yürütülen var oluş ve özgürlük mücadelesinin bir sonucudur`` dedi.
Ertuğruloğlu 21-25 Aralık Mücadele ve Şehitler Haftası nedeniyle yayımladığı mesajda, 21 Aralık 1963 yılının Noel`inde Türkü İmha Planı olan Akritas`ı yürürlüğe koyan Rum-Yunan ikilisine karşı, Kıbrıs Türk halkının verdiği mücadelenin, özgürlük mücadelesinin en şanlı, en onurlu ve en önemli sayfalarını oluşturduğunu kaydetti.
UBP Genel Başkanı Ertuğruloğlu, yaklaşık bir hafta süren çatışmalar sonucunda 500 kadar Kıbrıslı Türkün şehit; 30 bin kişinin ise göçmen olduğunu hatırlatarak, ``Bu kanlı saldırılar sonucu Kıbrıs Türkleri % 3`lük toprak parçası üzerinde küçük gettolarda yaşamaya zorlanmış, Kıbrıs Cumhuriyeti organlarından dışlanmış, acı dolu günler yaşamaya başlamıştı`` dedi.
Rum yönetiminin, Türk direnişi karşısında silah zoruyla başaramadığını, Türk bölgelerine deterjandan, eldivene, yün çoraba kadar 49 çeşit malın girmesini yasaklayarak, Kıbrıs Türklerini abluka altına almak suretiyle başarmak istediğine işaret eden UBP Genel Başkanı Tahsin Ertuğruloğlu, şöyle dedi:
``15 Temmuz 1974`te bir oldu bittiye getirerek adayı Yunanistan`a bağlamak isteyen faşist Yunan Cuntası ve Rum işbirlikçileri karşılarında Anavatan Türkiye`yi ve onun garanti hakkını kullanması, adaya huzuru getirmesi için çarpışmayı göze alan Kıbrıs Türk halkını bulmasalardı, her halde Kıbrıs sorunu çoktan tarihe karışır, ada tamamen Yunanlaşırdı.``
UBP Genel Başkanı Ertuğruloğlu açıklamasına, ``Ama yapamadılar, yaptırmadık`` diye devam ederek, Türk Mukavemet Teşkilatı ruhunun, Atatürkçü düşüncenin bunu engellediğini kaydetti.
Tahsin Ertuğruloğlu, aradan 43 yıl geçmesine rağmen Kıbrıs konusunun özünün değişmediğine; Rum-Yunan ikilisinin hedef-lerinden vazgeçmediğine işaret ederek, Rum-Yunan ikilisinin hâlâ Kıbrıs`ı bir Yunan adası olarak gördüğünü vurguladı.
DP: BM VE AB`NİN, KIBRIS`TA YAKIN TARİHTEN ALACAĞI DERSLER VAR
Demokrat Parti (DP), 21-25 Aralık Mücadele ve Şehitler Haftası`nın, Kıbrıs Türk halkının olası bir çözümde, garantörlük, iki kesimlilik ve egemenlik gibi konulardaki ısrarında ne denli haklı olduğunun tarihsel bir kanıtı olduğunu vurguladı.
DP, dünya devletlerinin Kıbrıs sorununa çözüm bulma girişimlerine ki-litlendiği bir dönemde, Rum ve Yunanlıların, 21 Aralık 1963`te Kıbrıs Türk halkına karşı başlattığı ve ``Kanlı Noel`` diye bilinen silahlı saldırıların yıldönümünün anıldığına belirtti.
DP Basın Bürosu`ndan 21-25 Aralık Mücadele ve Şehitler Haftası nedeniyle yayımlanan mesajda, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği üyelerinin, Kıbrıs`ta yakın tarihten alacağı dersler olduğu ifade edildi.
Mesajda, 21-25 Aralık Mücadele ve Şehitler Haftası`nın; Kıbrıs Türk halkının olası bir çözümde, garantörlük, iki kesimlilik ve egemenlik gibi konulardaki ısrarında ne denli haklı olduğunun tarihsel bir kanıtı olduğu belirtildi.
Mesajda, DP`nin, Kıbrıs`ta iki halkın da yararına olacağına inandığı toplumlararası görüşmelerin bir an önce başlaması amacıyla tarafların daha çok çaba harcaması gerektiği belirtildi.
DP`nin, Kıbrıs`ta çözümsüzlüğün sıkıntısından kurtulmak için bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da pozitif girişimleri sürdüreceğine işaret edilen mesajda, Anavatan Türkiye ile birlikte egemenlik ve devletten taviz vermeden adil bir anlaşma için mücadele edecekleri vurgulandı.
Bu arada Şehitler Haftası nedeniyle, Şehit Aileleri ve Malül Gaziler Derneği, Emekli Mücahitler Derneği, Kıbrıs TMT Derneği, Kıbrıs Türk Emekliler Cemiyeti, Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği, Şehitleri Anma ve Yaşatma Derneği ile Din Görevlileri Sendikası (Din-Gör-Sen) birer mesaj yayımladılar.


SABİH SAMUR YORUMU

Yukarıdaki fotoğraf ne kadar üzüntü verici olursa olsun 10 yaş ve üzeri evlatlarımıza mutlaka göstermeliyiz.Tarihini unutan bir milletin geleceğini kararlaştırması ve düzgün adımlar atabil mesi neredeyse imkansızdır.

Her insanın geçmişinde onun şu an ki kariyerine ulaşmasında çok büyük payı olan bir kişi mutlaka vardır.Bu kişi aile büyüklerinden biri olabileceği gibi uzun eğitim ve öğretim sürecinin yıllarının içinden gelip geçen (belki de hiç geçmeyen) bir öğretmen de olabilir.
Benim de böyle bir öğretmenim vardı; orta okul Türkçe Öğretmenim Sn. Gülderen Kumbasar.
Dersin konusu “Bakmak ve Görmek”.Ders başlayalı yaklaşık 10 dakika kadar olmuştu.Eskiden toprak bir futbol sahası olan Ak Merkez’in hemen arkasında yer alan Levent Lisesi(şu an ki adı Etiler Lisesi)nin ikinci katında yer alan sınıfımdan koşarak giriş katındaki kantine geldim ve tost makinasının sıcak olup olmadığını sordum ve aldığım yanıtla doğru sınıfa çıktım ve bilgi verdim.Öğretmenim teşekkür etti ve Sabih sana zahmet bir daha bak bakalım sosisli de yapıyorlar mı? dedi ve ben yine nefes nefese gittim ve geldim.Bilgi verip yerime oturdum.Fakat bu sırada sınıf kıkır kıkır.Öğretmenimiz Caroline adlı arkadaşımızı yine kantine gönderdi ve şu an tam hatırlayamadığım bir şeyi sormasını istedi.Sınıfa geri dönen arkadaşımız o istenen şeyin yanında,kantine şu an araç yanaşmış olduğu ve malzeme boşaltıldığından,dersleri boş olan öğrencilerin alış veriş yaptığından,kantin görevlisinin bugün biraz hasta olduğundan bahsetti.
Maalesef öğretmenimiz beni derste deney olarak kullanmıştı. “Bakmak ve Görmek” konusu canlı olarak yaşatılmış ve hepimizin beyinlerine kazınmıştı.O an ki düşünme kapasitemle öğretmenime kırılmıştım.Oysa daha sonraki yıllarda bana kattıklarını düşününce saygıyla ellerinden öpüyorum.Benim için ömür boyu hatırlanacak bir isim Gülderen Kumbasar.
Pazar Akşamı Kanal D’de oynayan sihirle ilgili bir gençlik dizisi var.Oğlumuz yüzünden maalesef ailece izliyoruz.İşte bu dizi Gülderen Kumbasar öğretmenimizi ve bu anıyı sizlerle paylaşmama vesile oldu.Dizinin sona doğru bir sahnesinde harfler havada uçuşuyor ve baş roldeki kızımız harfleri birleştirerek “SARIMSAK” adlı kelimeye ulaşıyor.Benim içinde kıyamet o an kopuyor.Gençlik dizisi.Mutlaka eğitim danışmanlarının olduğu bir dizi ve yapılan gaf!Mutlaka hepimizin evinde bir Türkçe Sözlük vardır.Lütfen tereddüt ediyorsanız açın ve bakın “SARIMSAK” mı ? “SARMISAK” mı ? Bende 1974 yılının Türk Dil Kurumu tarafından çıkartılmış olanı var ve “SARMISAK” yazıyor.Diye yazarken bilgisayardaki Word yazım programının sarımsak kelimesini otomatik olarak sarımsaka çevirdiğini gördüm.Google adlı arama motorunda ve TDK’nın güncelleştirilmiş sözlüğünde de sarımsak olarak görünce iddiamdan vazgeçsem mi diye düşündüm.
Ben yine de yazımı bendeki sözlüğe güvenerek sürdürmek istiyorum.(Kendimi bir an enjektörlü arabalara savaş açmış karbüratörlü eski bir 69 model İmpala’sı olan vatandaş gibi hissettim).
Kanal D’den ve bütün kanallardan rica ediyorum.Ne olur Türkçe’mize ve imla kurallarına dikkat edelim.Hıyarın biri kanalın birinde “Tabi ki de” dedi ve çok acı, virüs salgını gibi tüm memleketin dilinde; TABİ Kİ DE! O de’yi alıp onu söyleyene yutturmak geliyor içimden.
Allah bizi “DÖNCEM SANA” diyenlerin şerrinden korusun.
Neyse sevgili dostlar baktığımız ama doğru dürüst baktığımız zaman görülecek o kadar çok şey var ki.Yeter ki bakmasını bilelim.
Saygılarımla.

Dip Not: Pazar günkü yazımı sabah 06:00 da yazdığımdan ve Cengiz Topel ile ilgili ayrıca bir yazı hazırladığımdan olsa gerek Ercan Havaalanı, yazımda Cengiz Topel Havaalanı olarak geçmiş.Detayı fark eden ve beni uyaran Sn. Mustafa Öğretmenimize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Sabih Samur

KIBRIS MI? ALANYA MI?

Gönderen SABİH SAMUR | 9:28 ÖÖ | , | 0 yorum »



Kıbrıs mı ? Alanya mı?

Bu başlık öyle bir başlık ki nereye çekersen oraya gider,Türkçe’miz gibi.
Turizm ile ilgili yazabilirsin,iklim benzerliği ile yazabilirsin belki şive ve lehçe benzerliğinden dem vurabilirsin,o da olmazsa jeopolitik öneminden bahsedebilirsin.
Hiçbiri olmazsa ortaya güzel bir karışık yaptırırsın afiyetle yersin.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum Sevgili Alanya doğumlular(sonradan Alanyalı olanlar hariç) bu başlığı gerçekten anlamak istiyorsanız bir hafta sonu kıyın paracığınıza atlayın deniz otobüsü veya uçağa gidin yavru vatan Kıbrıs’a.
Mutlaka bir Kıbrıslı ile sohbet edin size sıcak kanlı davranmayacak olsalarda siz ona “ Napan be gardaş?” diyin o anlayacaktır.Ekmeğinden yiyin suyunu için.Şeftali Kebabı’ndan tadın.Molehiya nedir ?Sorun.Bulabilirseniz tadın.Hellim peyniri satın alın.
Kereviz ve Enginardan nefret ediyor olabilirsiniz ama lütfen ada versiyonunu deneyin.
Artık karnınız doyduğuna göre araştırmaya başlayın bakalım:
-İnmiş olduğunuz havaalanının adı neden Ercan ?
-Kumsal dediğimiz mevkide size gezdirilecek olan evin banyosundaki küvetin rengi neden soluk Kırmızı.Banyonun tavanındaki insan beyni parçalarını hangi kuvvet bunca yıla rağmen ve o sıcağa rağmen tutabiliyor ve ne işi var o parçaların orada?
-İnşallah vaktiniz kalmıştır.Binin bir Mercedes taksiye Taşkent adlı kasabamıza gidin.Kahvesinde çay içip sohbet edin.Ama genç nesil ile değil 50 yaş ve üstü ile.Size fotoğraflarla dolu müzeciklerini gezdirsinler.Diaspora değil gerçek katliamı gözlerinizle görün ve bunu Alanya’mıza döndüğünüzde dünyanın dört bir tarafında yaşayan Alanyalılara ve uzaktan yakından kendini Alanyalı hisseden tüm dostlarınıza anlatın,çektiğiniz fotoğrafları e-posta ile gönderin.
-Moraliniz bozulmuş durumda ama gururla bindiğiniz (çünkü bu yaşanan kötü günlere rağmen Taşkent hala bizim) taksinizin arka koltuğunda göz yaşlarınızı silerken toparlayın kendinizi ve gür bir ses ile Girne’mizi görmek istiyoruz deyin şoför beye.
-Neden yapılma gereği duyulmuş ve kimler tarafından yapılmış bu gezdiğiniz Girne Kalesi ? Araştırın.
-Şoföre neden bize kara veya kara sakal dendiğini ona kızmadan sorun.Dinleyince hak vereceksiniz.
Dönüpte geldiğinizde Alanya’mıza “Ulan uyduk bu Sabih’in aklına gittik ta oralara” demeyin veya diyin.
Ama biraz etkilendiyseniz ve benim verdiğim mesajı alabildiyseniz arayın başbakanınızı ve ona deyin ki “Sn. Başbakanım sen ne kadar bizimsen “Git adanda politika yap” dediğin Rauf Denktaş’ta o kadar bizim”
Biz etle kemiğiz.Alanya’da bizim,Kıbrıs’ta bizim,Diyarbakır’da bizim.
Çok entel dantel değilseniz içinizde birazcık milli duygularınız hala varsa KKTC’den getirdiğiniz Türk Kahvenizi içerken bir sorun kendinize bakalım;Kıbrıs mı? Alanya mı?
Nasıl ama yaptığım ortaya karışık lezzetliydi değil mi?
Saygılarımla, kendinize iyi bakın.


Sabih Samur


Günlerden bir gün İtalyan Büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura kabul edilir. O zamanın muhtelif ekonomik, siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra, Büyükelçi:“Ekselans, dün Roma ile yapmış olduğum bir görüşmede hükümetimizin Hatay’ı almak istediği kararını size iletmem söylendi” der.Odada bir an sessizlik olur.Ata Büyükelçi’ye bir şeyler daha ikram eder ve iki dakika odadakiler ile baş başa bırakır.Döndüğünde ayağında çizmeleri,üzerinde Mareşal üniforması, belinde tabancası vardır.Doğru masasına gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak’ın bağlanmasını ister ve Çakmak’a : “-Paşa ! İtalyan Dostlarımız Hatay’a gelmek istiyorlar hazır mıyız ?” der.Fevzi Çakmak durumu anlar ve Biz hazırız paşam diye yanıtlar.Ata Büyükelçi’ye döner ve : “-Biz hazırmışız, hükümetinize söyleyin isterlerse gelip Hatay’ı alabilirler” der.
Sn. Dr. H. Ertekin in hazırladığı ve bana sevgili dostum Ali Akbay tarafından gönderilen bu tarihi alıntıyı sizlerle paylaştıktan sonra son bir cümle ; PKK’yı bitirmek için sözde değil özde kararlılık gösteren, sadece beyanatlarında klişe bir şekilde “- PKK’yı bitirmek için kararlılığımız devam etmektedir” demeyen KAMUFLAJLARINI GİYECEK KARARLI BİR KOMUTAN ARIYORUZ !

Sabih Samur Yeni Alanya Gazetesi

BANU AVAR

Gönderen SABİH SAMUR | 2:51 ÖS | , | 0 yorum »


BAZILARI ÇENEDİR,BAZILARI YÜREK
YÜREKLİ KADIN İLE İLGİLİ ROPÖRTAJI YENİÇAĞ GAZETESİ'NDEN ALINTI YAPARAK SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM.

Saygılarımla

Sabih Samur


YÜKSEL MUTLU, BANU AVAR’IN ÇARPITILAN SINIRLAR ARASINDA PROGRAMINI İZLEDİ VE YAZDI:

Nobel’in parası hâlâ silah satışlarından!

İsveç, en fazla silahı Amerika ve İngiltere’ye satıyor! Kendisi gölgede kalıyor, üretime devam ediyor! Halkın çoğunluğunun doğal desteği arkasında! Çünkü İsveç halkı her satılan silahla biraz daha zenginleşiyor... Ortadoğu’yu yakan silahlar, onlara medeniyet ve refah olarak geri dönüyor.
Nobel komitesi, her yıl sırf edebiyat dalında bir buçuk milyon euro ödül dağıtıyor. Diğer 4 dalın ödülü de bundan aşağı kalmıyor! Peki, bu para nasıl sağlanıyor? Vakıf gelirlerinden bir kısmı, Amerika’nın dev silah şirketleri Lockheed Martin ve Honeywell International adlı şirketlerin hisselerine yatırılıyor.
Nobel ödülünün ipliğini pazara çıkardığı için, Sabah ombudsmanı Yavuz Baydar ve Milliyet gazetesi tarafından adeta linç edilmek istenen, TRT’nin yüz akı isimlerden biri olan Banu Avar’ın son programının çözümünü Yeniçağ okurlarının bilgisine sunuyoruz. Bilindiği gibi, 301 kaldırılsın diyen Sabah’ın ombudsmanı Yavuz Baydar, Banu Avar’ı hem kendi kurumuna hem yargıya ihbar etmiş ve TCK 216’dan yargılanmasını istemişti. Sabah ve Milliyet gazeteleri ile NTVMSNBC ve Habertürk adlı internet siteleri de Baydar’ın başlattığı linç kampanyasına destek verdiler. Banu Avar, “Sınırlar Arasında” programında Nobel ödüllerini veren ülke olan İsveç’teki Nobel Vakfı’nın Amerikan Silah Şirketleri’nin hisse senetlerine yatırım yaparak para kazandığını ve ödülleri bu parayla ödediğini ortaya çıkarmıştı. Program, “İsveç’in Nobel’i” yazısıyla başladı ve şöyle denildi: “Amaca ulaşmak için her yol mübahtır. Bu, batılı bir atasözüdür. Doğulu atasözleri seçilen yolun çok daha önemli olduğundan sözederler. Batı dünyası, hedefe ulaşmak için barış ödülü de verir, silah da satar. Küresel seçkinler çıkarları doğrultusunda her yolu denerler. Her ülkede kendilerine yakın insanları örgütler, küçük gruplar oluşturarak kaleyi içten fethetmeyi hedeflerler... Kendilerine yakın olanları ödüllendirir, şöhrete garkederler ki başkaları da aynı yolu izlesin! Batı dünyası, Türkiye’deki aydınlara ödül verme yarışında. Orhan Pamuk Nobel edebiyat ödülünü aldı. Ardından Leyla Zana Norveç’te barış ödülü sahibi oldu. Elif Şafak da İsveç’te bir ödüle layık görüldü. Dünyada barış, edebiyat ve bilim ödülleri modasını başlatan Alfred Nobel’dir. Nobel, petrol ve silahla servet edinmiştir. Suçluluk duygusundan, ölüm makinalarıyla kazandığı paranın ödüllerde kullanılmasını vasiyet etmiştir... Gelin İsveç’e gidelim, ödüllerin ve silahların izini sürelim: Şaşaalı ödül törenleri, batı dünyasının en saygın isimleriyle dolu salonlarda yapılan gözkamaştırıcı toplantılar. Ekranlarda genellikle Washington, Paris, Brüksel çemberinde görünen büyük isimlerin yüzlerinde uçuşan medeni bir mutluluk. Dünya üçüncü bin yılda kana boyanırken verilen barış ödülleri! Dünya 3. binde kültürel olarak işgal edilirken verilen edebiyat ödülleri!
İSVEÇ’TEYİZ!İsveçdeyiz. Bir asırdır Nobel ödüllerini verme onurunu Norveç’le paylaşan ülkedeyiz.
Barış ödülünü, silah sanayiinin üstünde oturan Norveç, Edebiyat ödülünü de yine dünyaya silah ve demokrasi ihracıyla uğraşan İsveç veriyor. Her iki ülke de bu konularda Amerika’yı yakından takip ediyor. Aslında Nobel ödülü durumu mükemmel özetliyor. Bu ödüller adını Alfred Nobel’den alıyor. Peki, kimdir Alfred Nobel? Dinamiti dünyaya hediye eden adam! Bir silah sanayicisi bir petrol devi. Edebiyat ise hobisi. Alfred Nobel, bir asır önce küresel sermaye kozlarını paylaşırken ortaya çıkan önemli isimlerden biri. Patlayıcılara olan düşkünlüğünü babasından almıştı. Babasının Sen Petersburg’ta mayın fabrikaları vardı. Küçük bir çocukken patlayıcılara olan merakı yüzünden kızkardeşinin bile ölümüne sebep olmuştu...* * * Stockholm’de Horace Engdahl, bana Nobel törenlerinin yapıldığı büyük salonu gösteriyor:
Horace Engdahl: 1998’de Nobel komitesine seçildim. Tarihçi ve eleştirmenim. Bir yıl sonra komite sözcülüğüne getirildim. Ve edebiyat ödülü alanları ben açıklıyorum.Banu Avar: Alfred Nobel kimdir?Horace Engdahl: Nobel bir sanayiciydi ve bildiğiniz gibi dinamiti icad etmişti. Tüm Avrupa’da ve hatta Rusya’da silah sanayiini o kurdu. Sadece silah da değil, petrol yatırımlarına da girdi ve paranın büyük bir kısmı dinamit işinden değil Bakû petrollerinden geldi...* * * Petrol ve silah! Nobel, iki stratejik alanda yükselmişti. Alfred Nobel, Avrupa’nın her ülkesine, hatta Amerika ve Avustralya’ya silah satmıştı. Geçen yüzyıl başında 20 ülkede, 90 farklı yerde silah fabrikaları vardı. İsveç bu mirası bugün de sürdürüyor. Avrupa’nın en cevval silah yapımcılarından biri olarak biliniyor. Aynı zamanda adı ‘barış’la başlayan bir çok örgütlenmeye ev sahipliği yapıyor. Barış çalışmaları, barış enstitüleriyle adını dünyaya duyuruyor. * * * Alyson Bailes, SIPRI, yani Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü Başkanı. İngiliz bir diplomat ama İsveç’te yaşıyor, barış araştırmaları yapıyor...Banu Avar: SIPRI barış çalışmaları yapan bir enstitü. Burada ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?Alyson Bailes: İlgilendiğimiz konuların başında savunma harcamaları, silahlanma bütçeleri geliyor. İkinci olarak silahsızlanma konusuyla ilgileniyoruz ve son olarak güvenlik çalışmaları yani çatışmalı bölgelerde arabuluculuk konuları ilgi alanımızda.Banu Avar: Bunları silah satışıyla ünlenmiş bir ülkede nasıl yapabiliyorsunuz?Alyson Bailes: Biz İsveç’in silah satışını da araştırıyoruz ve silah sanayi ve ticareti konusunda soru işaretlerini ortaya koyuyoruz. Ama İsveç’in silah satış yasası oldukça düzenli. Şirketlerin çatışmalı bölgelere silah satışı yasalarla yasaklanmış.* * * SIPRI’nin silah transferi konusunda uzman araştırma görevlisi Simon Wezeman ise aynı fikirde değil: Siemon Wezeman (SIPRI’de uzman araştırmacı) : Yasalarda satış yasağı getirilmemiş, tavsiye niteliğinde cümleler var. Satılmayacak demiyor satılmamalı diyor. Biliyoruz ki şirketler dünyada çatışmalı bölgelere satış yapıyor! Maalesef kâr, prensiplerin önüne çıkıyor...Maddi çıkarlar tüm prensipleri ezip geçiyordu. İşte bu yüzden İsveç’in ünlü Bofors silah şirketi Asya’dan Afrika’ya tüm çatışma bölgelerine yıllardır silah satıyordu. 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nda Amerika’nın kullandığı silahlar arasında Bofors’unkiler de vardı. Afganistan’ın işgalinde Bofors firması tarafından üretilen füzeler kullanılmıştı.Yasakları delenlere karşı, dünyada sulhun sağlanması için ne yapılabilirdi. Braşı enstitüsünün en tepesindeki isim Bailes, gariptir ama çözümü birleşik silah sanayiinde görüyor:Banu Avar: Ne yapılabilir yasakları delen ülkelere karşı?Alisson Bailes: Bu büyük bir problem. Her gün daha gelişmiş bir silah ortaya çıkıyor ve silah şirketlerinin maliyeti her geçen gün büyüyor. Bu maliyetin karşılanmasının tek yolu silahların dış pazarlara satılması! Biz şöyle bir çözüm üzerinde çalışıyoruz: Gelişmiş silahlar yapan ülkeler, maliyeti paylaşarak işbirliği içinde silah üretmelidir!Bir barış enstitüsü, batılı ülkelerin birleşik bir silah sanayii kurmasından sözediyor! İsveç en fazla silahı Amerika ve İngiltere’ye satıyor! Kendisi gölgede kalıyor üretime devam ediyor! Halkın çoğunluğunun doğal desteği arkasında! Çünkü İsveç halkı her satılan silahla biraz daha zenginleşiyor... Ortadoğu’yu yakan silahlar onlara medeniyet ve refah olarak geri dönüyor. Bu işin silah boyutu! İsveç Amerika ile silah sanayiindeki işbirliğini kültür diplomasisi denilen alanda ve demokrasi çalışmalarıyla da yürütüyor. Amerika’nın demokrasi projesinde aktif yer alıyor.* * * Kültür diplomasisi; aslında soğuk savaş yıllarında ortaya çıkmış bir amerikan projesi. Amaç, özellikle Müslüman ülkelerin aydınlarını, kazanmak olarak belirlenmişti. Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı bir raporda” Amerikan değerleri “nin yayılması için en etkili yöntemin ‘medeniyetler arası diyalog’la ilgili çalışmalar yapan yazar çizerin kazanılması olduğu belirtilmişti! Amerikan Başkanı George Bush 2004’de Türkiye ziyaretinde bakın ne diyordu: ” Orhan Pamuk’un eserleri, tıpkı Türkiye gibi, kültürler arasında bir köprüdür. Pamuk’un da söylediği gibi, bu toprakların insanları, uygarlıkların, kültürlerin, Doğu ile Batı’nın çatışmasının esas olmadığını anlamıştır. Pamuk, ‘en önemli şey, başka uygarlıklardan insanların, tıpkı sizin gibi olduğunu anlamaktır’ demiştir! “ Böylece Pamuk, son yıllarda Başkan Bush’un en çok adını andığı Türk unvanını da kazanmıştı. İsveç Akademisi ise, ‘2006 Nobel Edebiyat Ödülü’nü Orhan Pamuk’a verirken şu açıklamayı yaptı: ‘Bu ödül bir kentin melankolik ruhunun izlerini süren, kültürlerin birbiriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan Orhan Pamuk’a verilmiştir!” Horace Engdahl ise “önemli olan ‘küresel edebiyat’ yaratmak” diyordu: Engdahl: Küresel bir edebiyat fikri Alfred Nobel’in de fikriydi.. Banu avar: Alfred Nobel’in vasiyetinde ne vardı?Engdahl: Vasiyette Nobel ödülü alacak kişilere ait kriterlerle ilgili bir şey söylenmiyordu. Bir iki cümle vardı. ‘İdeal olanı, doğru, en mükemmel eseri bize takdim eden yazarı ödüllendirmeliyiz!’diyordu. Maalesef ‘ideal olan’nedir belirtmiyordu. Bu sebeple, 100 yıldır tartışmalar sürüyor...Alfred Nobel, San Remo’da 1896’da öldüğünde, serveti 1 milyar krondu! Miras üçe bölünecekti. Sevgilisi Sofie Hess ve kuzenlerı arasında üçte ikisi paylaştırıldı. Kalan 33 milyon kron, her yıl insanlığa hizmette bulunanlara sunulacaktı. Bu ödüller fizik, kimya, tıp edebiyat ve barışa hizmet edenlere toplam beş dalda verilecekti. Nobel’in bu vasiyeti önceleri büyük tartışma yarattı. Ancak 1900 yılında İsveç hükümeti Nobel Vakfı’nı kurdu. Bu yıldan sonra da nobel ödülleri düzenli olarak verilmeye başlandı. Bir çok kişi Nobel’in bu ödülleri bir çeşit suçluluk duygusuyla vasiyet ettiğini söyledi.- Öyle denir ama bence edebiyat ödülünden çok, barış ödülü bu duyguyla ilişkilendirilebilir. Patlayıcıların mucidi olarak böyle bir ruh haliyle bu ödülü düşünmüş olabilir...Nobel komitesi her yıl sırf edebiyat dalında bir buçuk milyon euro ödül dağıtıyor diğer 4 dalın ödülü de bundan aşağı kalmıyor! Peki, bu para nasıl sağlanıyor?Bilinen o ki Nobel’in mirası akıllıca kullanılıyor. Mesela vakıf gelirlerinden bir kısmı, Amerika’nın dev silah şirketleri Lockheed Martin ve Honeywell International adlı şirketlerin hisselerine yatırılıyor. Banu Avar, barış enstitüsü’nden Wezeman’a silahlanma yarışına karşı ne yapılabileceğini soruyor:Siemon Wezeman: (SIPRI uzmanı ) En korkunç silahlar artık kullanılmıyor. kullanımları yasak. Ama konvansiyonel silah satışı hâlâ çok fazla.Banu Avar: Ama Irak’ta kimyasal silahlar Türkmenlere karşı kullanıldı, Filistin’de beyaz fosfor..Siemon Wezeman: O zaman ambargolar ve yaptırımlar devreye girmeli!Banu Avar: Yapmayın... Sizce süper güç Amerika’ya kim yaptırım uygulayacak?Siemon Wezeman: Bu bir sistem ve anlaşmalar meselesi. Bence en büyük güç bile uluslar arası anlaşmalara karşı duyarlıdır. öte yandan eğer büyük bir güçseniz, bir çok yasayı ihlal edebilirsiniz!!!Nobel Barış ödülleri kimlere verildi? Büyük güçler her istediklerini yapar sonra o uluslar arası anlaşmalar denen tartışmaların üzerine çıkar işin içinden sıyrılır! Silahların üzerinde oturur, dünyaya barışı anlatırlar! Nobel barış ödülleri onlarca yıldır belli misyonların sahiplerine verildi. İşte değişik dönemlerden bazı ödül sahipleri: 1930’da ekümenik hareketin lideri, başpiskopos Lars Olof Nathan: Dine yaptığı katkılardan dolayı...1953’te Amerikan Başkanı George Marshall: Ünlü Marshall planı ile...1990’da Sovyetler Birliği son Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov: Artık bir sovyetler kalmadığı için...2002’de Amerikan Başkanı Jimmy Carter: Demokrasi çalışmaları dolayısıyla, ve 2001’de BM Genel Sekreteri Kofi Annan, dünya barışına önemli katkılarından dolayı Nobel Barış Ödülü aldılar! Kimisi yardım yaptığı ülkeleri, IMF’ye bitmez tükenmez borçla bağladığı için, kimisi sosyalizmin dağılmasına yardımcı olduğu için, kimisi Amerikan çıkarları doğrultusunda doğulu ülkelere demokrasi ithal ettiği için ödül almıştı!

SİNAN AYGÜN ve 365 MİLYAR DOLAR

Gönderen SABİH SAMUR | 3:34 ÖS | , | 0 yorum »


Perşembe sabahı işe gitmek için hazırlanırken bir taraftan da Flash TV’yi seyrediyordum.İlgimi çekti önce Süleyman Demirel konuşuyor zannettim.Dikkatli bakınca bıyıklı olduğu için Sinan Aygün olduğunu fark ettim.
Uslup aynı.Rakamlarla ifade tarzı!Fakat Allah var etkileyici…
Koy rakamları peş peşe ruhun kararsın.Çözüm:Çözüm yok yani somut olarak yok.O da şu an trende uymuş.Yani hükümet yıprandı,diyalog koptu.Yaşasın seçim.
Bakalım nereden,hangi partiden aday olacak.Çünkü yürüdüğü yol çoktan temsil ettiği makamı ve oturduğu koltuğu aştı.Yolu ve bahtı açık olsun.Ama elalemin uçak gemisine binmesin.Hele hele yerden yere vurduğunu zannettiğimiz ABD’nin gemisine hiç binmesin.Veya bindiği zaman da neden bindiğini açıklayabilsin.Bizlerin kafasını karıştırmasın!!!!
Gelelim söylediklerine:Der ki,Türkiye borçlanarak büyüyor ve bu büyümenin sonucu olarak iç ve dış borç toplamı tam tamına 365 MİLYAR DOLAR.Dört yüze doğru yolu var.Ve peşinden hükümeti suçlama.
Umarım somut çözümleri vardır.Çok basit hesapla bu borcu yeni borç almamak ve bir yıl içinde kapamak isteyen bir irade her Allah’ın günü devlet kasasına 1 MİLYAR DOLAR nakit bırakacak çözümü bulmak zorundadır.Var mı böyle babayiğit?Varsa çıksın ortaya siyasi duruşu hangi yön olursa olsun(vatanın bölünmezliğine zarar getirmeyecek partileri kastediyorum) desteklemeyen namerttir!
IMF ve Dünya Bankasız çözümü olan var mı?
ABD’siz ve ya ABD’ye rağmen bağımsız silah sanayi kurmamız mümkün mü?
Dünya’nın en iyi uçağı F-16 mı?(Sanırım 30-40 adet daha sipariş geçiyoruz ,habire düşmesine rağmen!)
Ha birde K.Irak’a girme konusu vardı değil mi?Unut gitsin bu karda kışta…
Edip Başer ağabeyimiz koordine eder o işi,adı bilinmeyen Avrupa ülkelerinde partneriyle toplantı yaparak
Evet Sayın AYGÜN.Birazda DİE’cilik yapmak yerine somut önerilerle bizleri aydınlatınız.Bizlerde yanıt bekleyen bir sürü soru var ama şu an ki gündem bu sorular değil,değil mi?
Gündem belli;Cumhurbaşkanlığı koltuğu ve meze olarak ta erken seçim.
O zaman şerefe…

Sabih Samur





Türklüğü küçük düşürerek prim yapan ve Nobeli kapan Orhan Pamuk'u gören terörist başı Öcalan'da sanırım kaleme sarılıp Türklüğe hakaret ederek ve Ermenileri kestik muhabbeti yaparak önümüzdeki sene Nobel'e aday gösterilebilir.
Ve hiç şaşırmayın dost ve müttefiklerimiz de terörist başı,bebek katili Öcalan'ı Dünya Barışı'na hizmetten dolayı Nobel Ödülü ile onurlandırabilir.


Orhan Pamuk ile aynı kimliği taşımaktan rahatsızlık duyuyorum.


saygılarımla

Sabih Samur

Can Dündar'a o muazzam "Sarı Zeybek"i yapan o adama da Orhan Pamuk'a vermiş olduğu sonsuz destekten dolayı şükranlarımı sunuyorum.
Umarım Havaalanına bir kaç adam toplar da Türk Dostu(?) Sn. Orhan Pamuk'u karşılar.


Sevgili Okuyucularımız iki fotoğraf arasında bir fark görebiliyor musunuz?
Sizi fazla yormak istemiyorum.Siyah Beyaz olan fotoğraf Rahmetli Ecevit,Bülent Ulusu ve Kenan Evren'den oluşmaktadır.Başbakan'a gösterilen saygı net olarak gözükmektedir.Bu saygıda bulunanlar darbeyi gerçekleştiren ve sonrasında Başbakan ve Cumhurbaşkanımız olan kişilerdir.
Yukarıdaki fotoğraf ise renklidir ve bugünü göstermektedir.Gelecek inşaallah siyah-beyaz fotoğraf gibi olmaz.
Olmaması için Tayyip Erdoğan'ın yani T.C. Başbakanı'nın makamının gerektirdiği tüm anayasal gerekleri yerine getirmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda sorumluluklarını yerine getirdiği ve ayrıca milli davamız olan Kıbrıs'ımıza gerekli önemi verdiği zaman Türk Milleti kendisini bağrına basacaktır.
Bunu başardığı zaman üstü kapalı konuşmasına gerek kalmadan Ordumuzu da kendi sahasında çalıştırma ortamı doğacaktır.Ordu şu an askerlikten ziyade aman Cumhuriyetimize bir şey olmasın kaygısı taşıma pozisyonundadır.
Bu kaygıyı samimi olarak giderip herkesin işini yapmasını sağlamak gerekmektedir.Ordumuz K.Irak'a girmek zorundadır.Bu görevi de Tayyip Erdoğan meclis kanalıyla kendisine vermek zorundadır.
Tabanına ters düşmek uğruna artık oy kaygısı taşımadan ve eğer Cumhurbaşkanlığına soyunmak istiyorsa
Laik,Cumhuriyetçi ve Atatürk Milliyetçisi bir Tayyip Erdoğan olmak zorundadır.
Yok eğer güç bende bildiğim yolda giderim diyorsa siyah-beyaz modası hiçbir zaman geçmez.Bu moda sadece Türkiye'de değil dünyada da her zaman trendy...

Sabih Samur

Dün, saygı duyduğum Yeniçağ Gazetesi Reklam müdürü Sn.Mustafa Usta ile öğle yemeği yedik.Siyaset ve ülke meseleleri konuşulurken konu dolaylı olarak kendi işi olan reklama geldi.Yeniçağ’ın daha fazla reklam alması için ve daha fazla kesime ulaşması için( şu an ki tirajı 80 ile 100 bin arası değişiyor) ne yapılabilir gibi fikir alışverişinde bulunduk.
Gelinen nokta çok enteresan:Eğer sen gazete olarak hükümete fikren muhalif gözüküyorsan gizli bir el,gizli bir kuvvet adını ne koyarsan koy sana gelen veya gelecek olan reklamlara blok oluşturuyor ve bir şekilde engelliyor.Gazeteye reklam vermek için can atan defalarca arayıp çalışmak isteyen firma; ilk reklamı çıktıktan sonra belki birkaç reklamlık dahi ücretini ödediği halde diğer reklamlarını çıkartmak istemeyebiliyor.Diğer taraftan Bir sürü gruba reklam veren başka bir büyük firma nedense Yeniçağ’a reklam verme konusuna gelince yeteri kadar bütçesinin olmadığını söyleyebiliyor.Kim veya kimler tarafından ticari anlamda korkutuluyorsa???
Hadi bu kişiler bir şekilde korkuyorlar diyelim.Peki MHP il ve İlçe Teşkilatlarına ve Ülkü Ocakları’na ne demeli!Eğer buralara düzenli bir dağıtım yapılsa tiraj % 50 daha artacaktır.
Yoksa onları da korkutan bir güç mü var?Yoksa bu güç Sn. Bahçeli mi?
MHP için onca ter döken ve MHP’nin ve ülkücü hareketin ülke için daha iyi yerlere gelmesini sağlamaya çalışan birbirinden değerli yazar kadrosunu istihdam eden böyle güzide bir ülke gazetesini MHP camiasının gerçek anlamda sahiplenmemesini bana kim izah edebilir?
Yemeğimizi bitirdikten sonra temsil ettiğim firmamın reklamını büyük bir zevk ile kendisine geçtim.Demirden korkuyorsan trene binmeyeceksin!
Bir sonraki yazımda kısmetse Prof.Ümit Özdağ’ın nerede hata yaptığını ve izlemiş olduğu stratejisindeki hataları kendi yorumumla sizlerle paylaşacağım.
Hoşçakalın.


Sabih Samur

İlginçtir Türkiye’de gündem bırakın haftayı gün içinde dahi değişebiliyor.Bizlerde bu akarsuyun içinde akarken görüntüleri yakalayıp paylaşmaya çalışıyoruz.
Gün geliyor Sn. Büyükanıt Paşa’ya kızıyoruz hala kamuflajını giymediği ve Kuzey Irak’a bizleri götürmediği ve topu hükümete dolayısıyla meclise attığı için.
Gün geliyor MHP kongresinde yaşanan güya demokratik ortamda yapılan (sanki birden fazla aday varmış gibi ) MHP Genel Başkanlık seçiminin traji komikliğini ve Dr.Devlet Bahçeli’nin bilerek olduğunu düşünmek istemediğim ama somut olarak milliyetçi harekete verdiği zararı.
Gün geliyor Mehmet Ağar’ın Düz Ova söylemine kafayı takıyoruz.Bizim için çok önemli olduğunu düşündüğümüz ve Vatan’a ciddi emeği geçmiş bir insanın gaflarını dile getirmeye çalışıyoruz hem ciddi ortamda hem de sıra gecesinde…
Ama akarsu akmağa devam ediyor ve bizi bu defa alıp İran’a götürüyor.
İran Gazetelerine baktığımızda Türkiye-İran ilişkilerinde yeni bir dönem başladığını ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ülkelerini ziyareti ile bu ilişkinin yol kadettiğini söylüyorlar.
Aslında olması gereken bu.Biz sonuçta sınır komşusuyuz ve zaman zaman çıkarlarımız çatışsa da gerektiğinde PKK sorunu ve Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda aynı ağızdan konuşabildiğimiz ve ortak paydada bulaşabildiğimizi dosta ve düşmana ve hatta dost ve müttefikimiz olarak gözükenlere de göstermiş oluyoruz.
Yukarıdaki bu uzun cümleyi kurduktan sonra bir de madalyonun öbür yüzüne bakıyorsun.Görüşme sonrası sabah erkenden ABD’nin Ankara Büyükelçisi Wilson,soluğu Dışişleri Bakanlığı’nda alıyor(Gerdek gecesi sabahı kızını arayan anne misali).Abdullah Gül ile yapılan görüşme 45 dakika sürüyor ve bu basına “Rutin” bir görüşme olarak açıklanıyor.
Gönül istiyor ki T.C. Başbakanı özgür iradesi ile kimsenin ve hiçbir ülkenin mesaj taşıyıcısı olmadan diğer ülkelerle görüşsün ve öncelikli olarak T.C.’nin kutsal çıkarlarını korusun !
Gönül bu AK’a da konuyor yoka da.
Daha önceki yazımda da belirtmiştim.İsrail’in nükleer güce sahip olması Türkiye için ne kadar tehlikeli ise İran’ın nükleer güce sahip olması da o kadar tehlikelidir.Fazla ve ya az değil.İran’ın bu güce sahip olmasında fayda vardır ve kesinlikle Türkiye’de gerek Avrupa gerek Rusya ve gerekse Japonya ile işbirliği yaparak İran ile aynı zamanda nükleer güce sahip olmalıdır.Olmazsa ne olur?
Ne olacak:Su akar Türk bakar.



Sabih Samur 06 Aralık 2006


BAZILARI OVADA VE OVA ÜZERİNDEN SİYASET YAPAR;ŞU AN Kİ İŞİNİN GEREĞİ OLDUĞUNU SÖYLEREK...
BAZILARI İSE YAPMASI GEREKEN İŞİ YAPAR;YAPMASI GEREKEN YERDE:OVADA...


Sabih Samur

Sabih Samur

26.10.2006 tarihinde YeniAlanya Gazetesi'nde yazmış olduğum yazıda Sn.Mehmet Ağar'a ve Sn.Büyükanıt Paşa'ya göndermede bulunmuştum.Maalesef gelişmeler gösteriyor ki(Mehmet Ağar'ın Denizli konuması) benim yazım güncelliğini korumağa devam ediyor.Bu nedenle sizlerle bu blogta tekrar paylaşmak istiyorum:

"Petrol ve barajlar bizim olsun"..: 26.10.2006 :..

Olsun be güzelim,dükkan senin. Adamım Osman Baydemir Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada Ankara’yı yetkilerini paylaşmaya çağırdı.
“-Yerel yönetimler ve Kürt sorununun bağlantılı olmasının nedeninin merkeziyetçi idari politikalar olduğunu düşünüyorum. Kürt isyanları ulus-devletin merkeziyetçi politikalarını hedef almıştır.- Batman’daki petrol rezervleri, bölgedeki su kaynakları, hidroelektrik santralleri bu kapsamda değerlendirilmelidir. Kaynaklardan sağlanan gelirin bir bölümünün bölge halkı için kullanılmasını sağlamak için yerel yönetimlerin yetki sahibi olması gerekiyor.
- Bölgeler arasındaki gelişme farkını ortadan kaldırmak için merkez ile yerel arasındaki ilişkilerde radikal değişiklikler olması gerekiyor. Bu değişim Kürt sorununun çözümü için de fırsatlar yaratacaktır.
- Türkiye’de demokratikleşme sürecinin devamı için yerel yönetimlerin idari, ekonomik ve siyasi özerkliğinin sağlanması gereklidir. Hakları ve otoriteleri iyileştirilmelidir.
- Bölünme korkuları yersiz. Bizim hedefimiz demokratik ve insan haklarına saygılı bir Türkiye…” dedi.
Bu sözlere şahsen yanıt verirsem Osman Baydemir’in her türlü kişilik haklarına tecavüz etmiş olurum ve böyle bir adam içinde ceza almaya değer mi?
Yine bu sözlere Mehmet Ağar ağzıyla ve bakış açısıyla yanıt vermem gerekirse bu adamın gözlerinden öpüp, ağzına sağlık demem gerekir.
Sn. Ağar’ın ovada siyaset yapsınlar dediği adamlar ovayı aşmış Avrupa’dan Sn. Ağar’ın devletine kafa tutuyorlar. Kürt isyanlarının legalliğini nedenler sunarak açıklayabiliyorlar.Ağar’da zamanında aldığı risklerden bahsediyor, şimdi de ne yaptığımı çok iyi biliyorum diyor.Hayırlı bilmeler.
Yine de bu sözlere ben kendi ağzımla yanıt vereyim.
1-Türk Ulusu ve Devleti hiçbir zaman bölünmekten korkmaz sadece bölmek isteyenleri kaybetmekten korkar! Unutulmasın rüzgar eken fırtına biçer. Osman Baydemir bütün sınırları zorlamaktadır. Fırtına öncesi sessizlik, meydanın boş olduğu izlenimi doğuruyorsa bu çok büyük bir yanılgıdır.
2-Yerel yönetimin siyasi özerkliğinden bahseden T.C’nin bir Belediye Başkanı için ne yapmak gerekir onu mutlaka Cumhuriyet Savcılarımız değerlendireceklerdir.
3- Ecevit’in de üzerinde durduğu bölgesel kalkınma planında yer alan yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesi olayı, yanlış ağızlarda, yanlış ifadelendirilince buz etkisi yaratmaktadır.Halklardan bahseden ve kesinlikle Türk Vatandaşı kapsamında kendisini görmeyen bir T.C. Belediye Başkanı ile Ankara’nın kucaklaşması nasıl mümkün olacaktır? Sn. Ağar’a sorup uygun bir OVA ayarlamasını rica etmek gerekecektir.
Kuzey Irak Fatihi ?
Ülke bu durumdayken Kuzey Irak Fatihi olarak görmek istediğimiz Sn. Büyükanıt Paşa’mız ne alaka ise Yunanistan’a planlı gezisini gerçekleştirme hazırlıkları yapmaktadır.Hükümeti aslanlar gibi her konuda eleştirebilen ve yaptırımının ne kadar kuvvetli olabildiğini gördüğümüz ordumuzun başı, aynı yaptırımı hükümete neden Kuzey Irak’a girme konusunda yapmamaktadır? Türkiye Cumhuriyeti Ordusu asla PKK’nın ateşkes geyiğine alet olamaz. Kış uykusuna yatıp baharda palazlanmış bir PKK’yı yine mi göreceğiz?Eğer Sn. Büyükanıt sadece Hürriyet ve Sabah’ı okuyarak icraatlarını değerlendirmede özeleştiri yapmaya çalışıyorsa üzgünüm büyük yanılgı içindedir. Naçizane tavsiyem yerel basını didik didik incelemesidir. Çünkü Türkiye’nin yerelinde ve bu iki gazetenin bazı sayfalarında AB fonundan, ve ABD’den faydalanmayan gerçek vatanperver köşe yazarlarıyla karşılaşacaktır. Bu yapılan eleştirilerin de şahsından olan beklentilerin gerçekleşmemesinden dolayı olan sitem olduğunu anlayacaktır.Umarım.
OVA ŞENLENSİN
Sonuç olarak Ağar diyor ki ; “Hükümet 4 yıldır tek adım atamamış.Terör dalgası gelince panik oldu.Yabancılara sığınma, sen hükümetsen derle topla.”Bizde ekleyelim:-Yoksa seneye iktidara geldiğimde ben toplarım.Seneye kadar kim öle kim kala.Evet paşam ve Ağar ne diyorsunuz? Verelim adamımıza istediği petrolü ve barajları.Maksat OVA ŞENLENSİN…



Altemur KILIÇ
altemurkilic1@ttnet.net.tr








Kabul edilemeyecekleri kabul etmek ve mümkün olmayanı yapmak

Evet, “kabul edilemeyecekleri” sonunda kabul etmek ve “mümkün olmayanı yapmak” ! Aradaki fark, bugünkü durumu özetliyor! Yüce Türk milletini koca T.C. devletini, AB sürecinde ve Kıbrıs konusunda, bizi bu haysiyet kırıcı duruma -Avrupa kapılarında şefaat dilemek ve “ne idükleri belirsiz” bir takım Avrupalıların ağızlarına bakmak vaziyetine- ne ve kimler getirdi. Kurtuluş mücadelesinde, Lozan’da, Kıbrıs Barış Hareketinde, bunca şehit pahasına kazandıklarımız, mevhum bir AB hayali uğruna uyum uyum yitilmekte! Başbakan Erdoğan AB Komisyonunun son “müzakereleri askıya almak” kararına “kabul edilemez” diye isyan etti, fakat iki saat sonra aklı -AB aklı- başına gelmiş olacak ki, bu sözlerini 180 derecelik bir takiye ile değiştirdi. Tavsiye, müzakereleri “askıya almak” değilmiş, hatta bu haberi veren bütün yabancı medyada ifade edildiği gibi, “dondurmak” da, değilmiş “tren yavaşlatılmışmış”. Türkiye -daha doğrusu AKP iktidarı- bu istiskale -kepazeliğe- rağmen “nurlu Avrupa yolunda” devam edecekmiş! Türkiye’nin altından halıyı çektiler, Başbakanımız bunu anlamamış görünmüyor. Her halde, Bin Bir Gece Masalları’ndaki “uçan halıyı” bekliyor! Ve koca Türk Devletinin Başbakanı, asıl niyeti malûm bir Papa’dan, ayaküstü AB’ye üye kabul edilmek için şefaat diliyor! Başbakanın ilk, “kabul edilemez” tepkisinden ricat edip arkamıza saplanan hançeri tevil etmeye kalkması da, herhalde devlet adamlığının değil “idare-i maslahatçılığın” bir örneği! . Başbakana sormak gerekiyor; “Tavsiye kararı” askıya almak değilmiş, “dondurma” da değilmiş peki acaba ne? Ve gene sormak lazım; AB’nin, gerçekten de “kabul edilemez” bu kararının verilmesine sebep olan, Kuzey Kıbrıs’ın havaalanı ve limanlarının Rumlara açılmasını öngören ve şimdi AB’nin başımıza kaktığı belgeyi neden imzaladınız. Ve “Müzakereler Başlıyor” diye neden bayram ilan ettiniz? Bilmiyor muydunuz ki, bu imzanız KKTC’yi yok etmeye müncer olacaktı? Ve aklınız sonradan başınıza gelmiş olacak ki -iç tüketim için- hiçbir hukuki kıymeti olmayan protokolü imza etmenizin, Rum kesimini tanımak anlamına gelmeyeceği “iradesini” ifade ettiniz! Danışmanlarız, bu “iradenizin” ancak üzerine yazıldığı kâğıt kadar bile, kıymeti olmayacağı hususunda sizi ikaz etmediler mi? İnce uzun yolGerçi Türkiye’yi bu çıkmaz “ince uzun” yola önceki iktidarla soktular! Ne var ki, AB’nin maksatları sopaları belli olduktan ve aba altından gösterdiği “sopalara” rağmen AKP iktidarı, bu yolda bütün AB oyunlarına ve Atatürk’ün, “bağımsız hiç bir milletin asla yabancıların tavsiye ve planlarıyla kalkınamayacağı” direktifine rağmen, devam etti ve milli değer ve çıkarlarımız, “uyum uyum” harcandı.Türkiye bu son istiskale rağmen, hâlâ AB yolunda devam etmek isterse, bedeli Fin Planı Çin planı derken, “elveda KKTC” olacak! 1974’de Kıbrıs Türklerini, EOKA vahşetinden kurtarmak ve de stratejik adayı hasımlarınızın tekeline bırakmamak için Ecevit’in gösterdiği irade pırıltısı fazla sürmedi ve TSK’nın zaferi, mantıki neticesine ulaştırılmadı. KKTC, Denktaş’ın mücadelesi sonunda, kuruldu, ama “Kıbrıs sorunu” ortada kaldı. Sonu gelmez müzakerelerle, “irade” gevşedi. Kuzey Kıbrıs’taki Maraş bölgesi, anlaşılması güç bir diplomasi anlayışıyla, müzakerelerde “pazarlık metaı” olarak iskân edilmedi, tel örgülerle çevrilip “hayalet şehire” dönüştü. Şimdi de, Rumların kozu! Rumların ve Avrupalıların oyuncağı olduk. Eğer gereken devlet adamlığı zamanında gösterilmiş olsaydı, zafer mantıki neticesine ulaştırılsa ve Kuzey Kıbrıs anavatana ilhak edilseydi, bugün bu durumlara düşülmezdi. “Konjonktür müsait değildi” denecek, ama “konjonktür” Türkler için ne zaman müsait oldu ve olacak ki? Mustafa Kemal, “müsait konjonktürü” mü bekledi? “Konjonktür” idare-i maslahatın Frenkçesi... Gerçek devlet adamlığı ise, “mümkün olmayanı yapmak” sanatı! Gerçek Atatürkçü milliyetçilerden, -ulusalcılardan ve özellikle CHP Genel Başkanından- bir ricam var: “Koşullar böyle gerektiriyor “ diye “ AB’ye taraftarız” amentüsünden, artık vazgeçsinler!

Tarih:02.12.2006 Kaynak:Yeniçağ Gazetesi

Gönderen SABİH SAMUR | 11:08 ÖÖ | , | 0 yorum »



Rauf DENKTAŞ
raufdenktas@yenicaggazetesi.com.tr




Suçlu aramayalım!
Annan Planı savunucusu Sn. Mehmet Ali Birand’ın (Papadopulos çok şanslı) yazdığı yazısına göre “Denktaş ve arkadaşları Annan Planı’n da direndiler. Müzakereleri sürüklemeye soktular. Papadopulos’un HAYIR demesine dahi fırsat vermeden, ara görüşmelerde sürekli HAYIR’cı oldular. Nöbeti Talat’a bıraktıklarında artık kurtarılacak bir durum kalmamıştı.” Yani, ta ilkten Türkiye’yi adadan çıkaran, Türk-Yunan dengesini bozan, KKTC’yi ortadan kaldıran, halkın yarısını göçmen yapan bir plana EVET demeliymişim? O zaman ne olacaktı? Rum AB üyesi olmayacakmış! Bunlar hayal görmektedirler, görüşmeler başlar başlamaz Verheugen’in “anlaşsanız da anlaşmasanız da Kıbrıs AB üyesi olacaktır” dediğini ve Yunanistan’ın bu konuda AB’ye yaptığı şantajı unutuyorlar!Sn. Birand, Annan Planı’na Türk tarafı EVET dediği takdirde Kıbrıs meselesinin halledileceğine, Türkiye’nin AB yolunda büyük bir engelin kalkacağına inandırılmış olanlardandır. Beklentisi Rum’un da EVET diyeceğiydi herhalde, çünkü kimse Türkiye’ye veya bize “SİZ EVET, RUM HAYIR derse siz AB üyesi olacaksınız, Rum olmayacak” dememişti. Kimse Türkiye’ye veya bize “SİZ EVET RUM HAYIR derse üzerinizden ambargolar kalkacak” da dememişti. Verilen sözler Rum’un da EVET diyeceğine dayalıydı. Rum ilgilileri, ilgililer de Türkiye’yi, AKEL ise Sn. Talat’ı Rumların da EVET diyeceğine inandırmıştı. Papadopulos, Türkiye’nin EVET vagonuna binmesi ile halkın önüne geçerek ve ağlayıp yalvararak HAYIR demelerini istemek zorunda kaldı. Yoksa sonuç yine çoğunlukla HAYIR olacaktı. Sn. Birand’ın “Rum’un HAYIR oyu kullanılmasında Papadopulos sorumluluk almadı” görüşü martavaldır.Sn. Birand’ın bilmediği veya bilmek istemediği bir gerçek vardır. Kıbrıs’ın üyeliği şu veya bu dönemde Denktaş’ın veya Türk hariciyesinin yaptığı veya yapmadığı ile ilgili değildir. Eli kanlı, terörist Rum idaresini AB üyesi yapmak isteyenlerin ana siyaseti, garantör İngiltere’nin de katkısı ile, Türkiye’yi Ada’dan çıkarmak ve Kıbrıs’ı İslâm alemine karşı (Türkiye dahil) bir gözetleme kulesi haline getirmekti. Kıbrıs Türkleri’nin iki eşit, egemen halktan biri olduğunu inkâr, KKTC’nin varlığını red, bu siyasetin bir parçasıdır. Kıbrıs meselesini Türkiye’nin önüne engel olarak koymak da maksatlıdır. Neticede Kıbrıs Rum idaresinin gasbetmiş olduğu “meşru hükümet” unvanı devam ettiği sürece, Kıbrıs meselesinin halli Türk tarafının bu şerefsizliğe boyun eğmesine bağlıdır. KKTC’yi yok farzederek anlaşma yapmanın anlamı da budur. Annan Planı KKTC’yi ve Kıbrıs’ta ve kısa bir zaman içinde Türkiye’nin garantisini sıfırlayan bir plandı. Bu Kıbrıs’ın Türkiye açısından stratejik milli bir dava olduğuna inananların eşitliği, egemenliği savunanların EVET demeleri mümkün değildi.Ben milli görüşü, milli davayı savundum. AB, tüm hak ve hukuk kurallarını çiğneyerek, kendi normlarını kirleterek eli kanlı, terörst bir idareyi “Kıbrıs” diye üye yapacak düşüncesiyle self-determinasyon hakkı olan ve egemen olduğuna inandığım halkıma “süslü-püslü” azınlık statüsü öngören ve Türkiye’yi Ada’dan çıkaran bir plana EVET diyemezdim. Yapılması gereken şey, Papadopulos’un salvolarından, AB’nin raporlarından korkmadan haklı davamızı savunmaktır. Cumhurbaşkanı Sn. Sezer’in açıkladığı milli formüle dört elle sarılmaktır.Aldatıldıklarını söyleyenler, aldatılmamış olanları suçlu masasına oturtamaz. Rum’u ve Yunan’ı bilmeyenler, suçlu arayacaklarına aynaya baksınlar kafidir.

Tarih:02.12.2006 Kaynak:Yeniçağ Gazetesi

Kararlıyım.
Kararlısın.
Kararlı.
Kararlıyız.
Kararlısınız.
Kararlılar.
Hangisini seçmek istiyorsanız seçin, yapacağınız kararlılık içeren konuşmalarınızdan birine yerleştirin.
Irak Başbakanı Ankara’ya geliyor; Sn. Erdoğan ile beraber basın toplantısı yapıyorlar. Sn. Erdoğan Türkmen konusunda ne kadar kararlı olduğumuzu vurguluyor, Maliki de cevabı yapıştırıyor. “Irak ve dolayısıyla Kerkük Irak Anayasası’na göre yönetilmektedir” diyor.
Kara Kuvvetleri komutanımız ABD’deki ziyaretinde (dostumuz ve müttefikimiz olan ABD) ta oralardan sesleniyor; “Tek bir terörist kalmayıncaya kadar mücadelemiz sürecektir, bizler hükümetimiz doğrultusunda hareket ediyoruz, PKK ile mücadele kararlılığımız sürecektir” diyor. Oysa koordinatör atayarak Irak yönetiminin de içinde olduğu oluşumda yine bir çatlak ses cevaben, PKK kelimesini bile kullanmadan Uç olarak bahsediyor terörist örgütten. Ve büroların kapatılmasında göstermiş oldukları kararlılıktan dem vuruyor Irak Başbakanı Maliki.
Prof. Dr. Ümit Özdağ 19 Kasım Pazar Günü yapılacak kurultaya katılmakta ve aday olmakta kararlı görünüyordu; Sn. Devlet Bahçeli ise kendisini bırakın kurultaya, kurultayın bahçesine bile almamaya kararlı gözüküyordu. Bu sırada Alanya MHP yönetimi hangi kararlılıkta idi onu da merak ediyorum?
Papa Türkiye’ye gelmekte kararlı gözüküyor, bizlerde ağırlamakta…
Bu kadar kararlılık içinde Sn. Mehmet Ali Dim’in yaklaşık on gündür yazmıyorsunuz uyarısına, yazma kararlılığım devam ediyor ama yetkisi ve sorumluluğu olan kişilerin siviliyle ve askeriyle, sadece ellerindeki A4’leri okuyarak mevkilerinin gerektirdiği icraatları yapıyormuş gibi gözüküp yapmamaları Türkiye’ye vakit kaybettiriyor, bu kadar yazıp-çizen ve okuyanın yanında ben Sabih Samur olarak Alanya ve İstanbul’dan gazel atmışım kim takar, Sn. Dim demek istiyorum.
TEŞEKKÜRLER DEVREM
Neyse biraz da olumlu şeylerden bahsedelim. İki gün evvel İstanbul Zeytinburnu Abdi İpekçi Spor Salonu önü.Belediye veya Karayolları hangisi becermiş bilemiyorum. Yaklaşık 10 cm derinliğinde 20 cm genişliğinde bir kazı sonucu yol kilit durumda. Sürücüler arabalarına zarar gelmesin diye milim milim ilerliyor. Korna çalanlar bağıranlar, küfredenler… Yolun kenarında ise 25li yaşlarda genç bir trafik polisi arkadaş. Herkesin tuhaf ve şaşkın bakışları içinde kenarda yığılmış olarak bırakılmış bordür taşlarından taşıyabildiği kadar kucağına doldurarak kararlı adımlarlarla caddenin ortasına geldi ve araçların geçmesine engel olan o boydan boya olan kazıyı tek tek bordür taşlarıyla doldurdu. Bunu gören ön taraflardaki birkaç sürücü de araçlarından inerek kendisine yardım ettiler ve trafik tekrar akmaya başladı.Şikayet etmek yerine yetki ve sorumluluğunda olmadığı halde sorun çözmeğe çalışan gencecik ve umut dolu bir Türk Polisi.Teşekkürler Devrem.
BİRAZ DA TURİZM
Geçen Pazar Günü ailece geziyorduk. Kumburgaz’da Marin Hotel’in önünden geçerken durdum. Otelin önünde kapalı otoparkında yer kalmadığı için belki 200 den fazla araç var. Merak edip sordum. Otel yöneticisi rutin bir kalabalık olduğunu çok iyi bir pazarlama yönetimlerinin olduğu yazın yerli ve yabancı turistle kışın ise panel ve seminerlerle % 80 – 90 dolulukta olduklarından bahsetti .Gurur duydum. Aklıma Sevgili dostum Alon AVM Yön. Kur. Bşk. Serbülent Sürmeli ile yazın yaptığımız, sonu olmayan bitmez tükenmez Alanya muhabbetleri geldi. Yazın çalışan kışın dinlenen bir Alanya. Belki bu cümle bazı birlikleri, dernekleri ve ya kuruluşları rahatsız edecektir ama lütfen özeleştiri olarak kabul etsinler ve bence bahsi geçen otel ve benzeri otellerle (özellikle Alanya’nın coğrafyası ve fiziksel şartları ile benzerlik gösteren ) temasa geçsinler. Hepimizin bildiği şeyi tekrar etmek istemiyorum ama kış öyle veya böyle geçecek. Fakat boş ve verimsiz geçecek bir 2007 Yazına hiç kimsenin tahammülü olduğunu zannetmiyorum. 2007 Eylül’ünde kimsenin nerede hata yaptık geyiği yapmaya fırsatı olmaması dileklerimle…

Sabih Samur Yeni Alanya Gazetesi 28 Kasım 2006




KANAL D ' de yayınlanan Kurtlar vadisi IRAK adlı film zamanlama olarak inanılmazdı.Sanki Sn Koordinatörümüz Edip Başer Paşa'yı cevaplar nitelikteydi.
Düşünün bir tarafta "Irak'ta hiçbirşey yapamayız" diyen bir hükümet görevlisi,diğer tarafta ise HAMASET yapan(?) bir film.
Ne Mutlu Türküm Diyene! Türklük gururumuzu,inancımızı kırmak isteyenlere rağmen.

F-I6'lar silahsız uçuyor!

F-I6 larımızın bomba kısımlarına Mavi-Beyaz karanfiller yükleyip,Yunanistan Semalarına boşaltalım diyorum hatta birer koltuk ilave yapıp uçaklarımızı turizm için dahi faydalı hale getirebiliriz.
Önemli olan spor olsun.


Sabih Samur







Kınalı Kuzular Yakında TRT'de
Çanakkale'de yazılan kahramanlık destanımız yürekleri sızlatacak...






Japon eğitim sistemine ilgi duyan Türk hükümeti, inceleme yapmak üzere pedagoglardan oluşan bir Japon heyetini Türkiye'ye davet eder. Bu heyet ülkemizin çok değişik yerlerinde incelemeler yapar. Tüm bu çalışmaların sonuçlarını sunmak üzere Milli Eğitim Bakanı ile birlikte, Başbakanı ziyaret ederler. Japon heyetinin tespiti kısa ve kesindir:"Sizin gençlerinizde milli bilinç yok!" Bu sonuç, Türk yetkililer üzerinde şok etkisi yapar. Biraz şaşkınlık, biraz da hayret içinde sorarlar: "Peki siz Japonlar, gençlerinize milli bilinç verme adına ne yaparsınız? Hangi programı, nasıl uygularsınız?" Bunun üzerine Japonlar oldukça ilginç ve bir o kadar da düşündürücü şu cevabı verirler:
"Biz sizden aldığımız 'Amin Alayı' (Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca eğitime başlanması töreni) ile eğitime giriş yaparız ve eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindiririz. Çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şok olan çocuklarımıza deriz ki:
'Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.'
Daha sonra bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki'ye götürüp gezdiririz. II.Dünya Savaşı'nda atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hale geldiği bu yerleri çocuklarımız büyük bir dikkatle ve hayretle seyrederler. Gördükleri onların taze hafızalarında hiçbir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Ve yine deriz ki: 'Eğer siz çalışmazsanız, vatanınızı korumaz, milletinizi sevmezseniz, birlik ve dirlik içinde olmazsanız; işte böyle düşmanlar sizin ülkenizi yine bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz hale getirir. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız düşmanlar size saldırmaya cesaret edemezler. Vatanınız yücelir, milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün insanlar size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin…'
Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atarlar. Böylece milli bilinci de kazanmış olurlar."
Tam bu sırada orada bulunan yetkililerden biri: "İyi de bizim Hiroşima ve Nagazaki'miz yok ki" der ve bunun üzerine şu cevabı alır:
"Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var. Bizimkilerden çok daha etkili tarihi bölgeleriniz var. I. Dünya Savaşı içinde meydana gelen ve bir metrekareye 6 bin merminin düştüğü, 250 bin gencinizin vatanı için can verdiği Çanakkale Zaferi'nin kazanıldığı bölgeler; çocuklarınız ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile…
Dünyanın en gelişmiş ve en güçlü ordularına karşı Türkler, olmazı olduruyor ve bütün dünyayı hayretler içinde bırakan bir zafer kazanıyorlar. İnancın, azmin ve iradenin, tekniği yendiğini ispatlıyorlar. Bütün dünyaya meydan okuyorlar. İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin milli bilinç kazanmalarına yetecek niteliktedir. Bu sebeple gençlerinizi gruplar halinde Çanakkale'ye götürüp gezdirmelisiniz. Her Türk genci, Çanakkale Savaşları'nın olduğu bölgeyi mutlaka gezerek görmeli ve öğrenmelidir. Daha sonra onlara demelisiniz ki: 'Sizler birlik ve beraberlik içinde çalışmazsanız, güçlü ve kuvvetli olmazsanız, düşmanlar yine Çanakkale'ye gelirler, ülkenizi işgal eder ve öz yurdunuzda hür yaşamayı size çok görürler…'"
Çanakkale'yi 70 Milyona Getirmek
İşte bu kıssadan hisse çıkaran Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, "70 milyonu Çanakkale'ye götüremiyorsak, Çanakkale'yi 70 milyona getirebiliriz" düşüncesiyle "Kınalı Kuzular" adlı yapımı ekrana taşıyor. Bu aydan itibaren TRT izleyicisiyle buluşacak olan dizi, sadece gençlerimizin değil, tüm ulusumuzun üzerinde bu etkiyi gerçekleştirmek amacıyla hazırlandı.
Vatan ve millet sevgisini, istersek her zorluğun üstesinden gelebileceğimiz inancı ve fikrini 70 milyona ulaştırma hedefiyle yola çıkan bu yapım, aynı siperde kucak kucağa can veren Türk'ün, Kürt'ün, Laz'ın, Çerkez'in, Boşnak'ın, Arap'ın hikayesi… Alevinin, sünninin,hıristiyanın, musevinin hikayesi…
Cahilinden alimine, demircisinden mühendisine, marangozundan hekimine bir milletin hikayesi... Mustafa Kemal Atatürk gibi eşsiz bir kahramanı yaratan tarihin hikayesi...
Çekimleri İstanbul, Yalova ve Bursa-Cumalıkazık'da devam eden "Kınalı Kuzular" Ahmet Yenilmez (Yapımcı), Tunç Davut (Yönetmen), Ercan Akın, Erkan Akın, Deniz Bilgen (Senaryo), Ömer Erbil (Konsept Danışmanı), Engin Saygılı (Görüntü Yönetmeni), İlker Berke (Görüntü Yönetmeni - I. Bölüm), Süha Kapkı (Kameraman), Bünyamin Ersöz (Genel Koordinatör), Seçkin Savaş (Işık şefi), Müşerref Zeren (Sanat Yönetmeni), Ömer Faruk Kangal'ın (Kurgu Yönetmeni) imzasını taşırken, dizinin oyuncu kadrosu, her bölümde değişiyor.
Öyküler
"Kınalı Kuzular" adlı dizi, kendi içinde başlayıp biten 70'er dakikalık televizyon filmlerinden oluşuyor. İlk 13 bölüm Çanakkale Savaşı'nda şehit olan 13 askerin mektubuna dayanılarak senaryolaştırıldı.Öykülerin hepsi yaşanmış hikayelerden oluşturuldu. Dizinin ikinci 13 bölümünde Kurtuluş Savaşı, Kuvayı Milliye hareketi anlatılıyor.
Üçüncü 13 bölümde ise Anadolu destanlarından yararlanılıyor. İşte ilk 13 bölümle ekrana taşınacak öykülerden bazıları:
Akça Kadın'ın Mektubu
"Kınalı Kuzular"ın ilk bölümünde, Hasan'ına kına yakıp Çanakkale'ye gönderen Akça Kadın'ın neden oğlunu kınayla süsleyerek cepheye gönderdiği güzel bir öyküyle işleniyor: Türkler üç sebeple kına yakarlar; kurbanlık koyunlara, Allah'a kurban olsun diye; evlenen kızlara, kocasına kurban olsun diye; askere giden gençlere, vatanına kurban olsun diye.
Bir diğer bölümde arkadaşlarını cephede kaybeden Muzaffer'i komutanı hava değişimi için (kamyonlara lastik alınacak bahanesiyle) İstanbul'a gönderiyor. Ancak cepheye dönen Muzaffer kimsenin aklına gelmeyeni başarıyor; "Bedeli Çanakkale'de ödenecektir" yazılı senetlerle gerekli olan lastikleri temin ediyor.
Yahya Çavuş
Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş'tular. Tam üç alayla burada gönülden vuruştular. Düşman, tümen sanırdı bu şahane erleri... Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular…Dizeleriyle efsaneleşen şehitlerimiz Yahya Çavuş ve arkadaşlarından inanılmaz bir cesaret öyküsü…Tabur komutanı şehit düşünce, komutayı 21 yaşındaki Yahya Çavuş alıyor ve sadece 67 kişilik kuvvetiyle İngilizlere kök söktürüyor.
Koca Seyit
Balıkesirli Seyit Onbaşı, Balkan Savaşı'nın ardından kendisini Çanakkale'deki top bataryasında bulur. 18 Mart'ta düşman denizden müthiş bir güçle saldırır. Koca Seyit'in bataryası da isabet alır. Seyit, Yüzbaşı Hilmi Bey ve Niğdeli Ali dışındaki 14 asker şehit olur, 24 tanesi de yaralı olarak hastaneye kaldırılır. Batarya vinci kırılır ve cephanelik patlar. Koca Seyit, bu duruma dayanamaz; insan gücüyle kaldırılması imkansız olan 276 kiloluk mermiyi tek başına kaldırır, namluya sürer. Seyit, Ocean zırhlısına nişan alıp ateş eder. Ancak üçüncü atışında geminin dümenini vurur ve geminin mayına çarpıp patlamasını sağlar: "276 kiloluk mermi Seyit'e çok hafif, Ocean zırhlısına çok ağır gelmiştir."Doktor Dimitroyati de Cephede Doktor Dimitroyati'nin en yakın arkadaşı Kerem başta olmak üzere, mutlu günlerde birlikte olduğu insanlar Çanakkale'de düşmanla çarpışmaktadır.
O da gönüllü olarak askere yazılır ve yüzbaşı rütbesiyle doktor olarak göreve başlar. Bir gece, düşman savaş gemileri tarafından hastane bombardımana tutulur. Ameliyat masasında yaralı tedavi etmeye çalışan Dimitroyati de ağır yaralanır. Ama o aynı kaderi paylaştığı askerlerden ayrılmak istemez ve Ali Çavuş'tan, dininden dolayı başka yere gömmemeleri için söz aldıktan sonra ölür. İstanbul'daki ailesi Dimitroyati adına bir mezar yaptırır. Papazın gelmesiyle tören başlar. Törene Dimitroyati'nin iyileştirdiği Müslümanlar da katılır. Hem Hıristiyan hem de Müslüman inançlarına göre dualar okunur.
Çanakkale Şehitleri Mehmet Akif, veterinerlik fakültesini bitirmesine rağmen edebiyatla uğraşmaktadır. Yazdıkları, edebiyat dünyasında batıyı özenenler tarafından küçümsenir ama o inatla Türk insanının inançlarından uzaklaşmasını eleştirmeye devam eder. Çanakkale Savaşı ise Mehmet Akif'e göre bir ölüm kalım savaşıdır. Ama o, cephede değildir ve bunun ağırlığıyla kahrolmaktadır. Bu rahatsızlık Çanakkale'den gelen zafer haberiyle sona erer. Zafer sevincini nasıl yaşayacağını düşünürken aradığı çözümü bulur. Geceler boyu oturup 84 mısralık "Çanakkale Şehitleri" şiirini yazar.

ELİF BİLGİN ÖZGEL

GELİBOLUM GRUBU KURUCUSU

ALLAH'A EMANET OLUN !

Selam Ve Dua ile...



Paşa’dan Kandil şoku
Keşke ‘Git oraya, vur gel’ diyebilseydik. Ama bunu yapma imkanımız yok...

Terörle Mücadele Özel Temsilcisi E. Org. Edip Başer’in açıklamaları şok yarattı. Paşa, PKK yuvası Kandil Dağı’nın vurulmasını isteyenleri “hamaset yapmakla” suçladı. ABD kuklası Celal Talabani’ye tavır koyanlara da “Siz bu Irak’ı adam yerine koymamazlık edemezsiniz” sözleriyle yüklendi...
Konjonktür uygun değilmiş
Emekli Org. Başer’den şaşırtan soru: Kandil Dağı’na gittiniz; kaç tane teröristi orada yok edeceğinizi düşünüyorsunuz acaba. (Oraya giderim) diyen kahramanlara soruyorum bu soruyu
Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Derneği’nin (UGSAD) toplantısında konuşan Türkiye’nin Terörle Mücadele Özel Temsilcisi Emekli Orgeneral Edip Başer’in açıklamalarını işitenler duyduklarına inanamadı. Terörle mücadeledeki kararlılığın altını çizmesi beklenen Emekli Orgeneral Başer, “Bu mesele sadece hamasetle hallolacak bir mesele değildir. (Ben olsam şöyle yapardım, vurduğum gibi girerdim, canına okurdum) kahramanlıkları ile bu işi çözmek mümkün değil.” ifadesini duyanlar şaşkınlığa uğradı.
Koşullar el vermiyor
Terör örgütü PKK’nın silahlı unsurunun çok büyük bir bölümünün Kuzey Irak’taki kamplarda olduğunu dile getiren Başer, “Irak’ın birliğini korumasını ve o şekilde devam etmesini, güvenilir bir komşu olmasını istiyorsunuz. O zaman siz bu Irak’ı adam yerine koymamazlık etmemelisiniz. Edemezsiniz de zaten. Çünkü konjonktür sizin bunu yapmanıza izin vermiyor” diye konuştu. Başer, şunları kaydetti:
* Keşke dünyanın süper gücü biz olsaydık da (kimse karışamaz benim işime; git oraya, vur gel) diyebilseydik. Sırf halkımızı tatmin etmek için veya terörü öyle bitecekse bitirmek için. Ama bunu yapma imkanınız yok. Niye yok; siyasi, askeri koşullar buna el vermiyor.
* Ama siz hayali olarak (Ben vururum, girerim Kandil Dağı’na...) Kandil Dağı’na gittiniz; kaç tane teröristi orada yok edeceğinizi düşünüyorsunuz acaba. (Oraya giderim) diyen kahramanlara soruyorum bu soruyu. Bu, terör örgütü... Onurlu bir devletin askeriyle savaşmıyorsunuz. Bunda onur, haysiyet yok.
* Dolayısıyla neyle oyun oynadığımızı bilmek zorundayız. O halde siz (benim terörüm) diyemezsiniz. Çünkü terörün görünen kısmı, silahlı unsurunun büyük bir kısmı başka bir ülkenin toprağında. Bu terör örgütünün finans kaynağının büyük bir bölümü yurtdışından geliyor. Belçika’dan, Almanya’dan, Fransa’dan geliyor. Oradaki PKK grupları, zorla ya da gönüllü para topluyor. Terörle mücadele, sadece güvenlik güçlerinin silahlı mücadelesinden ibaret değildir.
* Bu mesele sadece hamasetle hallolacak bir mesele değildir. (Ben olsam şöyle yapardım, vurduğum gibi girerdim, canına okurdum) kahramanlıkları ile bu işi çözmek mümkün değil.

Haber Tarihi : 18.11.2006 Kaynak : YENİÇAĞ GAZETESİ


SABİH SAMUR YORUMU

Bu zamana kadar ki bütün değerlerim,inançlarım bir bir yıkılmaya başladı.Bu memleketin yönetiminde Türk oğlu Türkler var.Kim takar Amerika'yı,Rusya'yı diye inanılmaz bir özgüven duyuyordum.Şu an alt üst olmuş vaziyetteyim.Umarım paşa ne söylediğinin farkındadır.
Eğer dil sürçmesi değil hakikaten böyle düşünüyorsa acilen istifa etmelidir.
Türk'ün hiç kimseden korkusu yoktur,hiç kimseye gebeliği yoktur.
Böyle düşünmek hamaset ise ben hamaset yapıyorum.
Eminim ordumuzda da benim gibi hamaset yapanlar vardır olmak zorundadır.
Eğer yoksa vah benim memleketim...









" Ne Mutlu Türküm Diyene" diyebilenlerle, Ata'nın yolunda dimdik ayakta bir Türkiye !

Sabih Samur

ATATÜRK BİZDEN BİRİDİR.

Gönderen SABİH SAMUR | 9:20 ÖÖ | | 0 yorum »





ALANYA'NIN HABER SİTESİ, DİM MEDYA, ALANYA NEWS
Mehmet Ali DİM Atatürk bizden biridir ..: 10.11.2006 :..

Yıl, 1933; mevsim, kış. Yer, Ankara tren istasyonu. Akşam üstü. Gazi, yurt gezisine çıkacak, gar dolup taşıyor onu uğurlamaya gelenlerle. Gazi trene bineceği sırada bir köylü kalabalığı yararak koşa koşa onun yanına ulaşmayı başarıyor, ayaklarına kapanıyor. Yaverleri, köylüyü yaka-paça, ite-kaka tutup götürmek istiyorlar. Ata gürlüyor: "-Bırakın!..." Kendisi eğilip yerden kaldırıyor köylüyü. "-Nasılsın yurttaşım?" "-İyiyim Paşam, iyiyim." "-Senin iyiliğine memnun oldum. Benden ne istiyorsun?" "-Hayır Paşam, bir şey istemiyorum." "-Niçin geldin öyleyse?" "-Seni gördüm, kendimi tutamadım, ayaklarına kapanmak istedim. "-Yok, sen benden bir şey istiyorsun, söyle bana yapacağım." "-Sağlığından başka bir isteğim yok Paşam." "-Ben biliyorum senin istediğini, sen benimle kucaklaşmak istiyorsun." Köylü yoksul, üstü başı dökülüyor, üstelik giysileri kirli. Gazi, sarılıyor köylüye, kucaklıyor onu, bağrına basıyor,yanaklarından öpüyor. O sırada orada kalabalık arasında bulunan Feridun Cemal Erkin diyecektir ki: -"Etrafıma baktım, herkes mendili çıkarmış ağlıyordu." (...) O, Cumhuriyet'in 3. yıldönümünde tribünlerden inip, çevresindeki asker çemberini kaldırtıp, yaverini de uzaklaştırıp halkla birlikte, ellerini iki vatandaşının omuzlarına dayamış yürürken duyduğu mutluluğu tatmak isteyecekti hep. Halk nasıl da kendiliğinden onu incitmemek için arada bir boşluk bırakmıştı o gün. Epeyi yürümüşlerdi öylece. "-Artık otomobile binseniz..." demişti birileri. Onlara dönüp demişti ki: "-Sen belki ömründe sevmişsindir. Fakat hiç sevildin mi? Bundaki zevk hiçbir şeyde yok. Hele âşığın Türk milleti olursa!..." Ve eklemişti: "-Beni bu zevkten biraz daha ayırmayın..." (...) Aradan yıl geçecek... Cumhuriyet'in 12. yıldönümü için dövizler hazırlanmış: "Atatürk bizim en büyüğümüzdür", "Atatürk bu milletin en yükseğidir", "Türk milleti asırlardan beri bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı" Ve böyle sürüp gidiyor. Atatürk, bunları tek tek gözden geçirmekte ama, hiçbirini beğenmeyerek hepsinin üstünü çizmekte... Kalemi eline alarak asılacak dövizi kendi yazacak: "Atatürk bizden biridir."

BÜLENT ECEVİT

Gönderen SABİH SAMUR | 12:08 ÖS | , | 0 yorum »









İnsanlar vardır rüzgar misali gelip geçerler,
İnsanlar vardır dağ gibi nesilden nesile geçerler

Sabih Samur

Kıbrıs Fatihi , Karaoğlan'a ithafen...

BAŞIMIZ SAĞOLSUN

Gönderen SABİH SAMUR | 9:56 ÖÖ | | 0 yorum »

BÜLENT ECEVİT
1925 - 2006

KIBRIS FATİHİ "KARAOĞLAN" 05 KASIM 2006 22:40 VEFAT ETMİŞTİR.
ALLAH RAHMET EYLESİN...

YORUM SİZİN

Gönderen SABİH SAMUR | 4:25 ÖS | | 0 yorum »

BASIN AÇIKLAMASI

Gönderen SABİH SAMUR | 4:01 ÖS | , , | 0 yorum »



[29.10.2006 - 02:46:06]

Değerli Basın Mensupları,Birkaç günden bu yana basında cereyan eden bir tartışmaya son noktayı koymak amacı ile bu basın toplantısını düzenledim. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkez Yetkilileri, benim Milliyetçi Hareket Partisi’ne sızmaya çalıştığıma ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin üyesi olmadığıma dair açıklamalar yapmaktadırlar. Her şeyden önce demokratik bir partiye üye olmak yolu ile ileri sürüldüğü gibi sızmak, demokratik hukuk devleti içinde olağanüstü anlamsız bir suçlamadır. Ayrıca ben, bana suçlamayı yapanlar henüz Milliyetçi Hareket Partisi’nin adını dahi bilmedikleri bir dönemde bu partinin içinde idim. Partinin kurucularından olan, programını Başbuğ Alparslan Türkeş ile birlikte yazan, partinin milletvekili ve genel başkan yardımcısı, Ülkü Ocaklarının kurucusu olan rahmetli Muzaffer Özdağ benim babamdır. Ben baba ocağında bir Türk Milliyetçisi ve ülkücüsü olarak yetiştim. İlk gençlik yıllarımdan itibaren ülkücü hareket içinde yer aldım. Ankara’da Çankaya Ülkü Ocaklarında seminerci, Ankara Koleji’nde başkan olarak görev yaptım. Ülkücü faaliyetlerimden dolayı Ankara Koleji’nden lise son sınıfta CHP döneminin Ankara Valisi tarafından ülkücü faaliyetlerimden dolayı atıldım. Daha lise yıllarımda İstanbul’da yayınlanan ve Başbuğ Türkeş’in de yazar kadrosunda olduğu “Kavgamız Turan” adlı dergide makalelerim yayınlanmaya başladı. Yurtdışında öğrenimimi tamamlayıp geldikten sonra üniversitede araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. 1987 yılında Ankara’ya taşınan Yeni Düşünce dergisine Ankara’da ilk katkı veren ve yazı yazan ülkücü aydın kadrosu içinde yer aldım. Daha sonra ki senelerde Bizim Ocak Dergisi’ne verdiğim yazı ve söyleşiler ile katkılarım devam etti. 1989 senesinden itibaren Başbuğ Türkeş tarafından Ülkü Ocakları bünyesindeki özel eğitim gruplarına ders vermek için görevlendirildim. Türkiye’nin değişik yerlerinde Ülkü Ocaklarının düzenlediği konferanslara konferansçı olarak katıldım. 1990’lı yıllarda ise çalışmalarıma Başbuğ’un isteği ile MHP için yapılan siyasal araştırmalar ve analizler de eklendi. O tarihlerde Devlet Bahçeli ve kadrosu tarafından çıkarılan Milliyetçi Çizgi dergisinde Devlet Bahçeli’nin ricası üzerine dış politika ile ilgili yazılar yazmaya başladım. Bahçeli’nin talimatı ile Milliyetçi Çizgi dergisi benim tarafımdan yayınlanan Avrasya Dosyası adlı derginin reklamını yaptı. 4 Nisan 1997’de Başbuğ’un Hakk’ın rahmetine kavuşmasıyla, MHP Genel Başkanı olan Sn. Devlet Bahçeli ile görüşmelerimiz değişik zeminlerde devam etti. Sn. Bahçeli’nin ricası üzerine Ülkü Ocaklarında yapılması gereken yeniden yapılandırma ile ilgili kapsamlı bir değerlendirmeyi hazırladım. Yine Devlet Bahçeli’nin ricası ve dönemin AR-GE’den sorumlu Genel Başkan yardımcısı Sn. Eyüp Aktepe’nin ısrarı üzerine MHP AR-GE teşkilatında kısa bir süre çalıştım. Özetle, yukarıda detaylarını verdiğim çerçevede kimse Ümit Özdağ’ı “MHP’ye sızmak” ile suçlayamaz. Böyle bir suçlama ayıptır, haksızdır ve siyasi nezaket ile bağdaşmaz. Gelelim MHP üyesi olmadığım hususuna. MHP Genel Başkan ve Genel sekreter yardımcıları ısrarla benim MHP üyesi olmadığımı ileri sürmektedirler. Bu iddiaları hayret ile izledim. 20 Temmuz 2003 tarihinde bütün hukuki gerekleri yerine getirerek Artvin’in Yusufeli ilçesinden MHP üyesi oldum. Bilahare MHP Genel Merkezi’nin üyelik kaydımı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmediğini öğrendim. Bunun üzerine üyeliğimin tescili için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından talepte bulundum. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı resen kayıt yetkisi olmadığını, MHP Genel Merkezi’nin de “Ümit Özdağ MHP üyesi değildir” şeklinde bilgi verdiğini söyleyince bir hukuk mücadelesi başlattım. Neticede Danıştay 10. Dairesi 2006/4423 Esas no’lu kararı ile “Ümit Özdağ’ın partinin üyeliğine kabul edildiği konusunda duraksama bulunmadığına hükmederek” Yargıtay tarafından resen üye yapılmamı kabul etti. Yani Ümit Özdağ Cumhuriyet tarihinde ilk kez Danıştay kararı ile parti üyesi olan kişi oldu. Ancak 12.10.2006 tarihinde akıllara durgunluk veren Türk siyasi tarihinde benzeri görülmemiş bir gelişme yaşandı. MHP Genel Başkanlığı adına Genel Sekreter yardımcısı Mehmet Nacar bir çok hatalar ve yanlış belgeler içeren bir dilekçe ile Artvin/Yusufeli Cumhuriyet Başsavcılığına benimle ilgili olarak partiye sahte ikametgah belgesi göstererek üye olmak fiilini işlemekten suç duyurusunda bulundu. Keza MHP Yusufeli İlçe başkanı Mahmut Kaçmaz ve Yusufeli Merkez muhtarı ile ilgili olarak da MHP Genel Merkezi suç duyurusunda bulundu. Burada hemen şunu hatırlatmak gerekir ki, MHP MYK üyeleri, milletvekilleri Ankara’da ikamet edebilir ancak üye kayıtları başka yerlerde olur. Bu bütün partiler için böyledir. Muhtemelen bütün parti üyelerinin %30’u için bu durum geçerlidir. Acı olan şey dün ülkücüleri hapisten kurtarmaya çalışan bir teşkilat bugün üyelerini, teşkilat başkanlarını hapse attırmaya çalışmaktadır. Ümit Özdağ ile ilgili partiye sızma, parti üyesi olmadığı ve partiye sahte belge ile üye olduğu iftiralarının muhakkak ki bir nedeni vardır. Çünkü ben Sn. Bahçeli’den farklı olarak, “Onurlu AB” değil, onurlusu ve onursuzu ile AB’ye HAYIR diyorum. Çünkü ben Sn. Bahçeli’den farklı olarak “ABD ile stratejik ortaklık” değil, “NATO ortaklığı” yeter diyorum. Çünkü ben Sn. Bahçeli “Türkiye çiçek bahçesi biz Türkiyeyiz” derken, ben “Ne çiçek bahçesi ne mozaiği, biz Türküz” diyorum. Sn. Bahçeli, “Türkiye’de Türkler azınlıkta diyen Gürcan Dağdaş” ile yol arkadaşlığı yaparken ben, Türkeş’in Türk-İslam ülkücülüğü çizgisinin ülküdaşlık hukuku zemininde savunmasını yapıyorum. Ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin 19 Kasım 2006’da yapılacak olan Büyük Kurultay’ında MHP Genel Başkanı anti demokratik bir zeminde seçilmesini sağlamak için tek aday olarak kongreye girmek amacı ile her şeyi yapmaktadır. Benim üyeliğimi engellemeye yönelik çalışmalarında hakkımda açılan davalarında tek amacı MHP Genel başkanlığına adaylığımı engellemektir. MHP Genel Merkez yetkilileri benim parti üyesi olmadığımı açıklayarak kamuoyunu yanıltmaya çalışmak yerine Danıştay kararında MHP Merkez Yürütme Kurulu’na tanınan üyeliğimi iptal yoluna gidebilirler. Ancak böyle bir eylemde bulunmadan benim MHP üyesi olmadığımı ileri sürmelerinin hiçbir ciddi yanı yoktur. Ancak netice itibarı ile bütün bu engellemeler boşa çıkacak ve Ülkücüler Büyük Kurultay’da davalarına sahip çıkacaklardır. Ben MHP Genel Merkezi Büyük Kurultay sürecini resmen açıkladıktan sonra Bingöl’de gereken açıklamayı yapacağım. Hepinize ilginizden dolayı teşekkür ediyorum.
Yazan: Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ
Kaynak:
Sayfayı Yazdır

OZAN ARİF

Gönderen SABİH SAMUR | 2:57 ÖS | , , | 0 yorum »






Gün kararıyordu. Bütün yarışlar, koşular, oyunlar bitmişti. Şimdi söz ozanlarındı. Kara Ozan ve Çuçu karşılıklı kopuz çalıp deyiş söyleyeceklerdi. Kağanın otağını çevreleyen halka daralmıştı. Önce Kara Ozan geldi. Kağanı selamlayıp bağdaş kurdu. Arkasından Çuçu geldi. O da kağanı selamlayıp Kara Ozan’ın karşısına oturdu. Sonra ağır ağır, yavaş yavaş kopuzlar inlemeye başladı. Bütün Türk budunu saygılı bir sessizlik içinde dinliyordu. İlk deyişi Kara Ozan söylüyordu. “Ötüken’in erleri, Bilir benim gücümü, Kopuzumun mızrabı, Aratmaz kılıcımı, Kara Ozan! Seninle, Aşık atan Çuçu mu?”Çuçu bu meydan okuyuşa hiç irkilmeden hemen cevap verdi: “Seni böyle söyleten, Kımız mıdır süçü mü? Böyle yaman söylersen, Sende komam öcümü, Deyişin kılıcından, Daha öldürücü mü? Sana basan şaşkınlık, Ağu Kadar acı mı?” Kara Ozan öfkelenir gibi oldu: “Ötüken erlerinin, Acunda çıkmaz eşi, Ötüken’in kızları, Gökte ayın on beşi, Yürekleri kan eder, Gözlerinin ateşi, O şaşkınlık dediğin, Çinli konuğun işi..” İçing Katun’dan Kara Ozan’ın sözlerini Çince olarak dinleyen Şen-king iğnelenmiş gibi irkildi. Fakat Kağanın ve bütün Türklerin taş gibi sessizliğini görünce durdu. Katun da öfkelenmişti. İşte bir ozan yüce bir bey olan kendi kardeşiyle açıkça alay ediyordu. Kağana eğilerek: -Bu bayağı kişinin yüce konuğu kınamasına göz yumacak mısın, dedi. Kağan ayni taş sessizlik içinde cevap verdi: -Ozanların sözü kutludur, kesilmez……
Yukarıdaki satırları Nihal Atsız “Bozkurtların Ölümü” adlı kitabında 1946 senesinde yazmıştır. Yukarıda anlatılan sahne belki hayal edilmiştir belki de gerçektir. Ancak önemli olan Türk töresinde ozana verilen değerdir. Ozanların sözü kutludur. Bu sadece bir romandaki hayali bir cümle bir yakıştırma mıdır? Hayır, bu gerçek Türk tarihi ve töresidir. Bir duygu hareketi de olan Türk milliyetçiliği 1960’lı yıllardan itibaren girdiği politik atılıma koşut olarak ortaya değişik alanlarda büyük eserler koymaya başlamıştır. Türk milliyetçisi sanat insanları roman, tiyatro hatta sinema da öne çıkmaya başlamışlardır. Ancak özellikle Türk milliyetçisi ozanlarımız Türk-İslam ülkücülerinin mücadelesini destanlaştırarak Anadolu’yu gezmeye başlamışlardır. Ozan Arif, böyle bir mücadelenin içinde Ülkücü hareketin ozanı olmuştur.12 Eylül rejiminin en acımasız günlerinde Ülkücü hareket ezilmeye çalışılırken Ozan Arif Türk milliyetçilerinin direnç merkezlerinden birisini oluşturmuştur. Ozan, bu dönemde ülkücü harekete moral vermiş, ülkü ocaklarının olmadığı bir dönemde yeni yetişen ülkücü gençlik için kasetleri sanki seminer/parti okulu işlevi üstlenmiştir. 12 Eylül’ün ve sonrasının karanlık günlerinde Ozan Arif demek ülkücü direniş demektir özetle.
Uzun yıllardan bu yana MHP’nin ve Ülkü Ocaklarının şölenlerinde Ozan Arif yok. Hatta Almanya’da Türk Federasyonun şölenine gittiği zaman kapıdan çevriliyor. Ozan Arif’in davet edilmediği şölenlerde ve konserlerde ise ülkücü hareketin yeni önemli sanatçılarından Ferdi Tayfur ve Zara davet ediliyorlar. Ozan Arif’e layık görülen ise hakaret, dışlanma ve nihayet hakkında suç duyurusu, mahkemeler. Oysa Ülkücü Hareket Ozan Arif’i seviyor. Oysa Ülkücü hareket Ozan’ı ile mahkemelik olmak istemiyor. Oysa Ülkücü Hareket Ozan Arif’ini geri istiyor.
Yazan: Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ
Kaynak: Yeniçağ
Sayfayı Yazdır

MHP'de YENİ UFUKLARA DOĞRU

Gönderen SABİH SAMUR | 3:50 ÖS | , | 0 yorum »




BİNGÖL'DEYİZ


4 Kasım' da, Bingöl Yenibaşlar Köyünden, Hikmet Tekin'in huzurunda, şehitlerimize söz vererek, kutlu bir yolculuğu başlatıyoruz. Destek ve dualarınızı eksik etmeyiniz.


Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ

Gönderen SABİH SAMUR | 4:04 ÖS | , , , , | 0 yorum »

UZAY KOVBOYU ve YÜZBAŞI ÖZDAĞ


Yıl 2050 . Eski ABD Başkanı II.Bush’un torunu W. Saddam Bush En genç Başkan olarak İmparatorluğu yürütüyor.Dedesi 2006 yılında Milli Uzay Politikasını açıklamıştı.Bu plana göre;ABD’nin milli menfaatler ve güvenliğinin zarar görebileceği endişesiyle rakiplerinin uzay çalışmalarını engelleyebileceği ifade ediliyordu.Hikayeden ibaret kaldı.Türkiye Fransa ile başlatmış olduğu telekominikasyon adımlarını Rusya,Ukrayna ve Kazakistan’dan oluşan bir konsorsiyum ile Uzay yarışına katılarak geliştirdi.Dedesinin Irak hatırası olarak adını koyduğu Saddam Bush geçen hafta sonu uzay kovboyu pozunda stres atmak için çıktığı uzay yolcuğunda, tarihte okuduğu Putin adlı Rus Başkanın eski nesil Mig tipi jetlerle Çeçenleri bombalaması gibi bir fantezi gerçekleştirmek istiyor.Eski müttefiki şimdiki can düşmanı Türk Birleşik Devletleri’nin uzaydaki sayısız çok amaçlı uydularını lazerle vurmağa hazırlanırken birden karşısında Türk Birleşik Devletleri’ne ait bir askeri uzay gemisini görüyor.Geminin kaptanı Mars seferinden dönmekte olan titanyum yürekli Yüzbaşı ÖZDAĞ.
İki gemi arasında it dalaşı başlıyor.Özdağ’ın takibi Dünya atmosferine girene kadar sürüyor.
Yzb. Özdağ birliğinin pistine inerken tüm birlikler kırmızı alarma geçirilmiş durumdalar.
Daha sonra Büyükelçilerin bir araya gelmesiyle Türk’lerin Ramazan Bayramı’na gireceklerini de göz önüne alarak şimdilik gerginliği soğutmağa karar veriyorlar.
Bayram namazını müteakip yapılan kahvaltıda Şahin Bozkurt Özdağ ,eşiyle beraber eski günlere uzanan bir sohbete dalıyorlar…
Rahmetli dedesi Eski Başbakan Prof. Ümit Özdağ o yıllarda MHP’nin başında olan Devlet Bahçeli ile girdiği liderlik yarışını kazanmış ve partisini 2007 seçimlerinde iktidara taşımıştı.
Kabinesinde yer alan vatanperver Hulki Cevizoğlu’nu Dış İşleri Bakanı yapmıştı.
Bu müthiş ikili ordunun kapsamlı bir harekata hazır olmadığını öne sürerek istifa eden Büyükanıt Paşa’nın yerini alan yeni Genel Kur. Başkanı ile beraber muazzam bir kararlılıkla ABD’ye rağmen Kandil Dağı’nı Ateş Dağı’na çevirmişlerdi.PKK tarih olmuştu.Ülke eskiden olduğu gibi Laz’ı,Çerkez’i,Boşnak’ı,Arnavut’u ve Kürt’ü ile beraber huzura kavuşmuştu.
ABD tüm tehditlerine rağmen bunu gerçekleştiren Türk kararlılığına şapka çıkartmış ve meşhur BOP revize edilmiş;Rusya,Çin,ABD,AB ve T.C. İsviçre’nin Lozan Şehrinde bir araya gelerek Ortadoğu ve Avrasya ülke sınırları tekrar çizilmişti.Böylece Türkiye, Atatürk’ün Yurtta Sulh Cihanda Sulh ilkesine zarar getirmeden Cihan’da söz sahibi olmuştu. Antlaşma gereğince herhangi bir savaş olmadan masada, Türki Cumhuriyetlerin kendi arzularıyla T.C.’ne katılması ile Türk Birleşik Devletleri adıyla Rusya’dan sonra 3. Süper Güç Dünya sahnesinde yerini almıştı.Şahin Bozkurt’ta şu an bu süper güçün şerefli ordusunda bir yüzbaşıydı.
Sohbet güzeldi,sevgili eşi Yağmur Hanımın getirdiği Türk kahvesini yudumlarken bir taraftan da Şırnak’ta Eşref Bitlis Üniversitesi’nde Genetik okuyan oğlu Yiğit’in fotoğrafına bakarken Şahin Bozkurt’un gözlerinin içinde geleceğe gururla bakan bir ışıltı vardı...
Şahin Bozkurt Özdağ size gelecekten sesleniyor:
Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun !





Sabih Samur
http://www.yenialanya.com/

MHP

Gönderen SABİH SAMUR | 11:54 ÖÖ | | 0 yorum »



Yakında MHP Kurultayı olacak!

Prof. Dr. Ümit Özdağ Başkan adaylığını bu hafta açıklayacak.Konu ile ilgili MHP'nin gelecek vizyonu ve beklentilerimizi sizlerle paylaşacağız

Sabih Samur