SABİH SAMUR


Çek Kanunu'ndaki ceza kaldırılıp yerine en az 5 yıl çek yasağı düşünülüyor. Düzenlemenin yeni yıla yetiştirilmesi gündemde Halen 8 bin kişinin karşılıksız çekten hapiste kalmasına neden olan 5941 sayılı Çek Kanunu’ndaki ‘adli para cezası’ düzenlemesinin kaldırılması için düğmeye basıldı. 2003 yılından sonra karşılıksız çekin adli para cezasını gerektiren bir suç olarak düzenlenmesi nedeniyle karşılıksız çek tutarına göre bir güne 100 lira üzerinden hesaplanan adli para cezasını ödeyemeyenler hapse giriyor. Yani örneğin 10 bin liralık çeki karşılıksız çıkan kişi, bu kadar tutarda adli para cezası ödemezse 100 gün hapis yatıyor. TBMM Adalet Komisyonu
Başkanı ve AK Parti Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya, bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki 4 nolu protokole aykırı olduğunu, adli para cezasını kaldıracak düzenleme için Adalet Bakanlığı’nda çalışma başlatıldığını söyledi.

Ardından çalışmanın Adalet Komisyonu’na geleceğini belirten İyimaya, çek dolandırıcılığını önleyecek madde üzerinde dikkatle durulduğunu bu konuda sıkıntı yaratmayacak düzenleme yapmak istediklerini söyledi. İyimaya, Adalet Bakanlığı’ndaki çalışmaya vurgu yaparken, CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün de 5941 sayılı Kanun’da adli para cezasını kaldırmaya yönelik 1 Ekim 2011 tarihli ve 2/85 nolu değişiklik teklifini TBMM Adalet Komisyonu’na iletmiş durumda.

HAPİS YERİNE ÇEK YASAĞI
Bakanlar Kurulu’nda değişikliğe uğramaması halinde hem iktidar hem de muhalefet partileri, hapis cezasını ortadan kaldırma konusunda mutabık oldukları ve yılbaşına kadar düzenlemenin Meclis’ten geçirilmesinin planlandığını belirttiler.

Değişiklikle hapis yerine bir yandan alacaklı ile icra davası sürerken, karşılıksız çek sahibine belli süreyle (En az 5 yıl) çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı getirilecek. Hapisteki 8 bin kişinin dışında halen Yargıtay’da da yaklaşık 50 bin karşılıksız çek dava dosyası karar bekliyor. 110 bine yakın dosya ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda inceleniyor.

Müjdeyi, Bağış Twitter’dan vermişti
Çek mağdurları için müjdeyi AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış önceki gün Twitter’dan vermişti. Bakan Bağış, “Çek Cumhuriyeti’nden çek mağdurlarına iyi haberim var. Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile görüştüm çözüm konusunda hazırlık yapıyorlarmış” yazmıştı.

AK Partili vekilin ailesi de zora düştü
AK Parti Van Milletvekili Burhan Kayatürk, market zinciri bulunan ailesinin de 2009’da 700 bin liralık çek borcu için bankadan istediği krediyi alamayınca zor duruma düştüğünü belirterek “Çevremizden destek alamasaydık
kardeşlerim de şu anda hapiste olacaktı. Paranın cezası hapis değil para olmalıdır” dedi. Öte yandan CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün ise kanun teklifi için iktidar partisinden de olumlu mesajlar geldiğini, son görüşmelerinde yılbaşına kadar düzenlemenin çıkabileceğini söylediklerini aktardı.

Tahsin Akça / Gazete Habertürk

BASIN AÇIKLAMASI



TARIH : 21 Ekim 2011

SAAT : 10:20

NO : BA - 20 / 11


1. 20 Ekim 2011 tarihinde yapılan açıklamada, yurt içinde ve yurt dışında beş ayrı noktada 22 tabur ile operasyonların devam ettiği belirtilmiştir. Medya organlarında, bu açıklamamızın yanlış yorumlanarak, yapılan operasyonların tamamının yurt dışına yönelik olduğuna dair yazı ve yorumlara yer verildiği görülmüştür.

2. Kara ve hava operasyonlarının büyük bir bölümü yurt içinde, ağırlıklı olarak Çukurca bölgesinde sürdürülürken Irak Kuzeyinde, sınır ötesinde birkaç noktada kara ve hava harekatına devam edilmektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.


ZAMANSIZ YAZILAR

… ilinin, … ilçesinde, … askerimiz (ve ya artık polisimiz) açılan hain ateş sonucu şehit olmuştur.
Ölenlere Allahtan rahmet, geri de kalanlara baş sağlığı…
Üç nokta(…) ile boş bırakılan yerleri dünün, bugünün ve yarın gerçekleşecek baskınların verileri ile doldurursanız göreceksiniz bizi yöneten eli silahlı ve silahsız (hükümet) yani asker ve politikacılar tarafından nasıl top yekûn kandırıldığımızı.
O yüzden bu yazılara zamansız yazılar diyorum ben. Şehit, mekân, detay isimlerinin havada uçuştuğu, net olmayan görüntüler. Ateşin sadece düştüğü yeri yaktığı gerisinin kocaman bir yalan olduğu…
Dün de Pervari’de bir Karakol Baskını…
Detayları olduğu gibi aynı olan bir önceki baskınların birebir aynısı.
Bekle karakolda!
Neyi?
Basılmayı ve öldürülmeyi.
Sonra tarafsız olmayan gazetelerde gazımızı almak için “yiğitçe, kahramanca çarpışarak öldüler.” gibi başlıklar.
Doğru! Kahramanca çarpıştılar ama keriz yerine, aptal yerine koyularak öldürüldüler!!!
Bu geri zekâlıca Karakol Sistemini kaldırmak için kaç aptalca ölüm ve adına şehit olduk imajı verilmesi ve anne babaların kandırılması gerekiyor?
Ey Genel Kurmay Başkanı sen ne iş yaparsın?
Bu devletten tıkır tıkır maaşını hangi kutsal görevi icra ederek alıyorsun şu an?
Elinde tüm istihbarat verileri varken, bu bizi basan itlerin geliş yerleri ve istikâmetleri belli iken,
neden karakol sistemini kaldırıp; pasif-savunma(dolayısıyla şehit olmak değil keriz gibi öldürülmeyi beklemek) yerine aktif-saldırı sistemi ile “BASKIN BASANINDIR!” mantığı ile Kandil’e kadar süpürüp, Kandil’i de başlarına yıkmıyoruz?
Genel Kurmay Başkanlığı ve TSK’ya Türk Milletinin güveninin günden güne azaldığını başarmak bir olaydı ve sen bu olayı başardın kardeşim! Sen derken üzerine alma.
Hilmi Özkök ile başlayan sürecin son seçilmiş kahramanısın sen.
Ve tarih tüm bu yaşananları not almaktadır. Gerekli ve gereksiz yere akan bu şehit kanlarının hesabı günü geldiğinde yine bu cumhuriyetin o günkü CUMHURİYET SAVCILARI tarafından isimlerine yakışır şekilde hesabı sorulacaktır.
Ve tüm bu zamansız yazılarda yer alan adını bile hatırlamadığımız şehitler yüzünden YARGILANACAK ve HÜKÜM GİYECEKSİNİZ!
İşte o zaman bu kanların hesabı alınmış olacak!

Sabih Samur


‎12 Ağustos 2011 İzmir

DP İftar yemeği sonrası...

Bazı görüşmeler vardır küçücük bir sohbettir, önemsiz gözükür, beş,on dakikaya sıkıştırılmıştır.
Lâkin içeriği itibariyle günleri içine alacak derinlikte ve büyüklüktedir.
Ve böyle bir sohbet ancak günü geldiğinde açıklanabilir olup önümüzdeki bir kaç ay içinde ortaya çıkacak olan KASIRGA'nın ön habercisi niteliğinde olan tatlı, yumuşak bir İZMİR İMBATI'dır...


TSK’ya yapılanlara isyan eden Özbek, “Tutuklama listesinde bir Genelkurmay Başkanı eksikti, o eksik de giderilmek isteniyor. Hedefte İlker Başbuğ var” dedi.

Emekli Tümgeneral Osman Özbek, görevde bulunduğu dönemde yaptığı sert çıkışlarla tanınan, Enerji Bakanlığı’ndaki yolsuzlukların ortaya çıkarılmasında etkili olan bir komutandı. Tuğgeneral rütbesiyle Kayseri Jandarma Bölge Komutanlığı yaptı. “Beyaz enerji” soruşturmasından sonra aynı il’e 3 yıl aradan sonra bu kez tümgeneral rütbesiyle yine Bölge Komutanlığı’na atanmasını gurur meselesi yaptı ve TSK’ dan istifa etti. Özbek’de birçok emekli komutan gibi dolu… TSK’ ya karşı yapılanlara isyan ediyor.

****
PAROLA: KANDİL VE İMRALI’YLA MÜZAKERE
Bir bakanın “iyi ki bunlarla savaşa girmemişiz” demesi, askere karşı yürütülen psikolojik hareketin parçasıdır. TSK’yi etkisizleştirmek isteyenlerin parolası: Kandil’le İmralı’yla müzakeredir. Bazıları terörle “barış”, TSK ile “savaş” yapıyor. Bunu da bazı resmi organlarla yürütüyorlar.

KOŞANER PAŞA’NIN VEDA MESAJI SUÇ DUYURUSUDUR.
Emekli tümgeneral Osman Özbek, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve kuvvet komutanlarının istifasıyla ilgilide şunları söyledi.
Yandaş basın aracılığıyla TSK’yi itibarsızlaştırıyorlar. Cezaevlerindeki komutanlarla TSK kan kaybediyor. Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları istifaya zorlanıyor, yargı yoluyla baskı altında tutuluyorlar.
Genelkurmay Başkanlığı’ndan Orgeneral Işık Koşaner ile kuvvet komutanlarının istifa etmesi onların asker yeminlerine sadakatini gösteriyor. Veda mesajlarında birçok konuya dikkat çektiler, tarihe not düştüler.
Işık Koşaner Paşa’nın “hukuka ve vicdana aykırı tutuklamalar olduğunu, terfilere yasadışı müdahaleler yapıldığını” vurguladığı veda mesajı, bir suç duyurusu niteliğindedir. Ben buradan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’na sesleniyorum: Bu veda mesajı bir suç duyurusu olarak algılanmalı ve hemen harekete geçilmelidir.

YANDAŞ YAZARLAR FONDAN PARA ALIYOR
Osman Özbek, “Yargının bağımsız olmadığı, medyanın büyük bir bölümünün de hükümete bağımlı olduğu biliniyor” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “ Birçok yazar fonlardan para alıyor. Onlar, Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması için çaba gösterirken, örneğin MİT Müsteşarlığı’nın herhangi bir bakanlığa bağlanmasını niçin gündeme getirmezler. Başbakan YAŞ üyeleriyle Anıtkabir’e gittiğinde, Anıtkabir defterine “TSK’nın vizyonunun çağa uydurulduğunu “ yazıyor. Yüzlerce tutulusu olan, Genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları istifa eden, çok sayıda personeli hakkında “yakalama” kararı bulunan TSK’nın neyi çağa uyuyor? Çökertilen bir Türk Silahlı Kuvvetleri var.

Kaynak: http://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150251310889372&set=a.10150251309909372.332096.221818154371&type=1&theater


SKORSKY ve BOL ATEŞTE MEHMETÇİK IZGARA :((

Türk Ordusunu yani ordumuzu eşiyle yürüyen bir beye benzetelim.
Karşıdan bir grup gelmekte.
Yanlarından geçerken "yavrum o ne güzel göğüsler" diye atılan lafa tatsızlık çıkmasın diye duymamazlıktan gelinen durum.
Bu olay birinci ABD posta koyuşudur.
Ve adı MUAVENET'İN VURULMASIDIR!

Ses çıkarılmadığını gören gruptan bir kişi,
uzaklaşmakta olan kadının arkasından sessizce yaklaşır
ve poposunu hoyratça avuçlar.
Kadın sesini çıkartamaz olayın büyümesinden çekinir.
Bu olay ikinci ABD posta koyuşudur.
Ve adı EŞREF BİTLİS CİNAYETİDİR!

Kadının eşine tacizi hissettirmemeye çalıştığını gören adam iyice zivanadan çıkar ve kadının beyini hiç umursamadan arkadan kadına sarılır.
Bu olay üçüncü ABD posta koyuşudur.
Ve adı ÇUVAL GEÇİRME OLAYIDIR!

Bu, son gündüz vakti olan çatışma ve askerlerimizin yakılması olayı ile az önce benzetme şeklinde sıraladığım olaylarla ve yapan dost-müttefik ile bir alakası var mı?
Müdahaleye gelen 2 adet Skorsky helikopterin plakasını alan olmuş mu?
Yoksa ABD helikopteri olduğunu T.C.yi yöneten tüm erklerin bilmesine rağmen Bir Tabur Komutanı ve Bir Bölük Komutanına olayı havale ederek kendimizi kandırdığımız gibi Yüce Türk Milletini de mi kandırabileceğimizi mi zannediyoruz?
Geçiniz beyler.
Hayvan terli :((

Sabih Samur

KORUMAK ve KOLLAMAK

Gönderen SABİH SAMUR | 5:43 ÖS | , , , , | 0 yorum »


Birileri "biz bu ülkeyi böleceğiz" diyor,
Birileri "eyalet sistemi" diyor.
Vallahi onu bunu bilmem; ben işimi yaparım!
İşim mi ne?
İşim Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün değerlerini
KORUMAK ve KOLLAMAK!
Bu fotoğraf dostlara güven,
bana pusu atmak isteyenlere de mesaj niteliğindedir!


BDP Demokratik Özerklik ilân etti.

Bizler yani şehit olan evlâtlarımızı bugün öğle namazını müteakip son seferlerine uğurlayan
Türk Milleti olarak soruyoruz:

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı ne yapacak?

Ramazan ayına sayılı gün kala, Kandili kutlayacağımız bu mübarek Cuma günü ve gecesinde,
Bölünmenin ve Bağımsız Kürdistan Devleti'ne yolculuğun ilk adımı olan Özerklik ilânını yapanları derhal tutuklayacak mı? Yoksa daha önce sarf ettiği;
'Değişmeyen tek şey değişimdir...' Aklı başında olan herkes de değişimin önünde durmaz. Değişimin önünü açar." sözlerine benzer laflar geveleyerek açmış olmak için bir takip dosyası mı açacak?
Buna yorum yapabilmeniz için aşağıda ki haberi sizlerle paylaşıyorum.
Şahsi yorumum; Özerklik açıklamasını yapanların tutuklanmasını beklemekle, ölmüş, morgda yatan bir kadından seks beklemek...
Neyse daha fazla konuşmak ve yazmak istemiyorum.

Sabih Samur


"Eskiden olsa gözaltına alır tutuklatırdım''

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak, Dicle Üniversitesinde düzenlenen bir törende, Kürtçe ve çeşitli dillerde şarkılara eşlik ettikten sonra, ''2006 yılında buraya ilk geldiğimde böyle bir programa katılmış olsaydım ve burada böyle bir parça söylenmiş olsaydı bu töreni terk eder, bu parçayı söyleyen herkesi gözaltına alır, tutuklatırdım'' dedi.

AA

Diyarbakır- Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine ''ISO 9001'' belgesi verilmesi dolayısıyla Tıp Fakültesi konferans salonunda tören yapıldı. Törene, Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, Rektör Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak ve öğretim üyeleri katıldı.
Törende, Konservatuvar öğrencilerince seslendirilen Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve Zazaca şarkılara Kavak ve bazı protokol üyeleri ile öğretim üyeleri de tempo tutarak eşlik etti.
Törendeki konuşmasına, ''Diyarbakır'da 5 yıldan bu yana Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapıyorum. Gördüğünüz gibi tüm uzuvlarımla tam bir beyefendiyim'' diyerek başlayan Kavak, konservatuvar öğrencilerinin kendilerine bir müzik ziyafeti sunduğunu söyledi.
Öğrencilerin Kürtçe, Türkçe, Ermenice ve Zazaca şarkılar söylediğini ifade eden Kavak, kendisinin de zaman zaman Kürtçe şarkılar dinlediğini, sözlerini anlamasa da bu şarkılardan keyif aldığını belirtti.
Kavak, şöyle devam etti:
''Özellikle de Leyla şarkısı çok güzeldi. Benim de fakültede aşık olduğum kızlardan birinin ismi Leyla'ydı. Üniversitede büyük bir teknolojik değişim söz konusu. 1995-1997 yıllarında Mardin'in Mazıdağı ilçesinde görev yaparken eşimin topuk dikeni rahatsızlığından dolayı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine gelmiştik. Bir röntgen için bize iki ay sonrasına gün verilmişti. Biz de Üniversitenin eski Genel Sekreteri İbrahim Sarı'nın torpili ile röntgen çektirebilmiştik. Şimdi aynı röntgen saniyeler içinde bilgisayar ortamında doktorların önüne tüm bilgileri ile düşüyor. Bu bir değişimdir.
Bir diğer değişim de Diyarbakır'daki genel değişimdir. Sevgili sanatçılarımız bize farklı dillerde şarkılar söyledi. 2006 yılında buraya ilk geldiğimde böyle bir programa katılmış olsaydım ve burada böyle bir parça söylenmiş olsaydı, bu töreni terk eder, bu parçayı söyleyen herkesi gözaltına alır, tutuklatırdım. Diyorlar ya, 'Değişmeyen tek şey değişimdir...' Aklı başında olan herkes de değişimin önünde durmaz. Değişimin önünü açar. Sizlere bu değişimin önünü açtığınız için teşekkür ediyorum. Üniversite camiasını bütünüyle bir kez daha alkışlıyorum. Yaptığı ameliyatlarla literatüre giren tüm hocalarımızı tebrik ediyorum.''
Kavak, daha sonra başarılı ameliyatlar gerçekleştiren Tıp Fakültesi Hastanesi doktorlarına plaket verdi.

KAYNAK: http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=249886


Bu fotoğrafta
Tayyip Erdoğan yok!
Bülent Arınç yok!
Orasından, burasından ve muhtelif yerlerinden,
salya, sümük, göz yaşı akan takiyyeciler yok!
Burada Cumhuriyetine;
Bu Cumhuriyetin Savcısından,
Bu Cumhuriyetin Polisinden,
Bu Cumhuriyetin hükümetinden çok sahip çıkacak
ve çıkması gereken Türk Halkı var!
Bu Halk ki şimdilik sadece efendice yürüdü...
Bir mesaj verdi bu Halk bugün!
Duyan ama duymamazlıktan gelen kulaklara;

Makamına, mevkisine, erkine bakmadan,

Benim Bayrağıma el uzatanın ELİNİ KIRARIM!
Benim Toprağıma göz dikenin GÖZÜNÜ OYARIM!
Beni Devletsiz bırakmaya çalışanın CANINI ALIRIM!
diye KÜKREDİ!

Ve tüm bunlar Sn. AKP'nin başı olan siz, Tarabya'da boğaza karşı AKP'nin Cumhurbaşkanı ile kahvaltı ederken oldu!
Allah sizleri GAFLET, DALÂLET ve HIYANET şarhoşluğundan ayıltsın!
Gerçi Yaradana kalmadan bu millet ayıltacak!

Ve bu Yüce Milletin Genel Kurmay Başkanından bir beklentisi var:

Bu Yüce Millet der ki;

"Ey benim Yüce Ordumun, gözbebeğimin değerli Komutanı,
'Sana kim dur derse, geri dön derse' sakın dinleme!
Yüce Türk Sancağını bir daha inmemek üzere KANDİL DAĞI'NA DİK!
Kandil Dağı'nı Ateş Dağına çevir!
30 Ağustos Zafer Bayramında TRT 1 ile canlı yayında bizlerle Kandil Dağı'nda
O Yüce Ordunun başında bizleri selâmla!"

Evet sevgili arkadaşlarım bugün Taksim'de ve Türkiye'nin dört bir yanında
Bu Yüce Türk Milleti bunları söyledi.
Benden iletmesi...

Sabih Samur



Terörist dediğiniz bizim kahramanımız


“Bunu bu noktaya getirmeye kimsenin hakkı var mı? Bizim, siyasi partilerin, cumhurbaşkanının, başbakanın hakkı var mı”
“BM’nin 665 sayılı kararı da vardır. Diktatör, hak ve özgürlükleri tanımıyorsa, zulüm ediyorsa, operasyon yapılıyorsa, ezilen hakların başkaldırı hakkı vardır. Oysa biz gelip Meclis’te çözelim diyoruz. Halk bizi bunun için gönderdi. Gelin halkın iradesini tutuklamayın, kelepçelemeyin. Sizin terörist dediğiniz bizim için kahraman, vatanseverdir. Ya irademiz çıkar özgür olur Meclis’e gelir, ya da Meclis’in iradesi yok olur kelepçelenir.”

BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan

Sabih Samur Yorumu:
Eğer bu ve benzeri kişiler göz göre göre T.C.'ye posta koyarak, tehdit edebiliyorsa...
Sözün bittiği yere gelinmiştir!
Bana hiç kimse "Bırakın bu ülkede Demokrasi var, herkes dilediği gibi konuşur" masalını okumasın.
Bahçeli ve Kılıçdaroğlu acilen ikili toplantı yapmalı ve radikal kararlar almalı!
Yoksa tüm bu gelişmelere göz yuman, görmemezlikten gelenler,
bu ülkeyi bu duruma getirenlerle aynı kefeye koyulacak ve Cumhuriyet Koruyucuları
tarafından YARGILANACAKLARDIR! (AB,İsrail, ABD'ye rağmen).
Sabih Samur


ERKENKONDU NEDİR?

Sevgili Facebook Köyü Sakinleri, komşularım!
Bizler burada mangalda kül bırakmazken,
En büyük milliyetçi biz iken,
Kimimiz rahmetli Türkeş'ten,
Kimimiz Atatürk'ün fotoğraflarından,
Kimimiz Deniz Gezmiş'ten,
Kimimiz Che'den,
medet umarken, el oğlu boş durmuyor!!!
Yarın neler yapacaklarını RESMİ YAYIN ORGANLARI OLAN SAMANYOLU TV'den
avazları çıktığı kadar bağırıyorlar.
Biz de burada birbirimize gönderdiğimiz şarkıların altına ve müsait yerine BEĞENDİ koyuyoruz. Yüreğine sağlık, çok hoşsunuz diyoruz (ben dahil).

Bu akşam 22:30 yani bir saat önce.
Habertürk TV.
CHP'den SN. Batum bağsuruna zarar verebilecek bir öfke ile yırtınıyor.
İki Yargıça da feryat figan.
"Yargıçlar haksızdır, yalancıdır!" diyor, kim takar? Kimin umurunda?
Eşzamanlı olarak Samanyolu TV.
Kollama adlı dizi.
Final Bölümü:
Polisler ve savcı mangal başında.
Kutlama var!
Herkes mutlu...
Bu arada bahçedeki küçük televizyonda haberler:
ERKENKONDU (ERGENEKON) ÇÖZÜLDÜ!!!
Her kesimden onlarca kişi tutuklanıyor!
TOPLANACAK TUTUKLU SAYISININ 2.000-3.000 KİŞİYE ULAŞACAĞI SÖYLENİYOR!
TV'yi izleyen küçük kız güzel günler göreceğiz baba diyor gülümseyerek.

Evet Facebook köyümün sakinleri neğde gamıştık?
Hadi patlat oradan bir Samanyolu, Berkant'tan olsun.
Bir elinde cımbız bir elinde ayna...
Bekle ki Atatürk dirilecek?

Dostlar lütfen bu dizinin son cümleswini ciddiye alın.
Bu şarkı bitmez diyor üçüncü defa seçilen ama hiçbirimizin oy vermediği (nasıl oluyorsa?) Başbakan.

Sevgiyle kalın
Türkçe Kalın

Sabih Samur


Çek Yazılması ve Şeref ile Şerefsizlik Arası Çizgi
Ticaret erbabısındır, ihracat firman vardır, yurtdışına yüklediğin malların bedeli gelir ve yazmış olduğun çekleri güle oynaya ödersin. Bankalar sana çek karnesi vermek için her türlü şirinliği yaparlar. Ama gün gelir büyü bozulur. Beklediğin döviz bedeli zamanında gelmez ve bir anda o tarihli tüm çeklerin boşa düşer. Yani karşılığı yoktur. Rica edersin birkaç gün istersin çek yazdığın kişi veya firmalardan. Kimisi anlayışla karşılar kimisi ise doğru avukatına gider.
İşte o an radyoda “dönülmez akşamın ufkundayım” adlı şarkıyı dinlemenin vaktidir.
Ve ilk çekin yazılır. Peşinden banka müdürü arar ve tüm çeklerini iade etmenizi söyler.
Çekin yazıldığı duyulduğu an daha vadesi gelmemiş belki Şubat belki Mart ayındaki çekleriniz dahi yazdırılır. O sırada sen sudan çıkmış balık gibisindir. Neler olduğunu çözmeye çalışıyorsundur.
Ve düne kadar her türlü saygı ve sevgi gösterisinde bulunan çalıştığın kişi ve yanındaki personel ise artık sana bitik adam gözüyle bakmaktadır. Çünkü artık paran ve dolayısıyla gücün yoktur.
Bir gün gizli numara yazan bir telefon gelir, dayanamayıp açarsın. Karşında genelde Türkçe’si bozuk olan arkadaşlardan biri sana “şerefsizlik” üzerine hayat dersi vermektedir. Çünkü adama verdiğin çekin karşılığı yoktur ve sen artık şerefsiz bir işadamısındır. Ve bunu sana deklare etmek için çek sahibi arkadaş siyah takım elbiseli üçüncü sınıf bir ağır abi gönderir. Bu ağır abi sende paralarının kalmayacağını ve her türlü alacaklarını bildirme nezaketinde bulunur.
İşin vardır siparişlerin vardır ama sistem kilitlenmiştir. Çünkü sen çeki yazılmış bir adamsın.
Neyse madem işadamlığına soyundun çıkış yolunu da bulacak olan sensin. Davanda haklıysan Allah yardımcın olacaktır.
Gelecek günlerin çeki yazılan veya yazılmayan, borcu olan veya olmayan tüm güzel insanlara mutluluk, huzur, bol kazanç ve en önemlisi sağlık getirmesi dileklerimle.
Allah hepimize borçlarımızı ödemeyi ve lekesiz bir isimle yaşamayı nasip etsin.


61. Hükümet mutlaka bu soruna el atmalıdır.

Şu an 180.000 kişiyi aşmış olan çeki yazılmış ticaret erbabı vardır.
Bu kişilerin de yaklaşık yarısı yargıtay sürecini de tamamlamış olarak tutuklanmayı ve cezaevine götürülmeyi beklemektedirler.
Hâl böyle iken Silivri'nin kapasitesi 11.000 kişi olduğuna göre bir iki ay içinde yaklaşık 20 ADET SİLİVRİ CEZAEVİ BÜYÜKLÜĞÜNDE CEZAEVİ YAPMAK GEREKMEKTEDİR!!!
Ve ya bu konuya çözüm bulmalıdır.
Naçizane bireysel olarak önereceğim çözüm şudur:

1-Adalet Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı ortak bir çalışma planı oluşturulmalı.
2-Devlet bankaları yurtdışından çok uzun vadeli kredi bağlantıları yapmalı!
3-Alınan bu krediler KOSGEB ve Halkbank, Ziraat Bankası gibi bankalar aracılığı ile
3a- Alacaklılar ellerindeki yazılmış çekleri bankaya teslim edecek
3b- Borçlular 3-5 yıl geri ödemesiz ve sonrasında min. 5 yıl geri ödemeli bir yapılandırma ile borçlarını ödeme taahhüdünde bulunacak
3c- Bahsi geçen kurumlar alacaklıya çek bedeli kadar ödeme yapacak.
Alacak verecek bitmiş olacak.
Mahkemeler inanılmaz rahatlayacak.
Herşeyden önemlisi bu kadar atıl ve işi bilen iş adamı, esnaf, çiftçi ve tüccarın tekrar yatırıma dönmesi, müteşebbis olması, istihdamı patlatacak, ekonomi ve dolayısıyla işlem hacmi büyüyecektir.
Gereğini 61. Hükümetin görüşlerine sunuyorum.

Sabih Samur


Kaynak: http://www.kariyergazetesi.net/hbr/haberdetay.asp?ID=1815


Babalar Gününüz Kutlu Olsun

Biz babalar böyle günlerde hüzünleniriz.
Baba olmak zordur.
Sevinç,
hüzün,
öfke,
kızgınlık,
utanç,
çaresizlik v.b. ifadelerden oluşan duygular bu günlerde had safhalara çıkar.
Ve hepsi birbirine karışır.
Evlâtların vardır evlâdım diyemezsin.
Kimi cezaevinde tutukludur, masumiyeti kanıtlanana kadar yargıya müdahil olmama anlamında sesin soluğun çıkmaz.
Kimi evlâdın vardır başına çuval geçirilmiştir.
Senin için hicran yarasıdır, için içini yer,
Gününü beklersin.
Muavenet muhribinde 5 evladını şehir vermişsindir.
İçin yanar. Her yılın 02 Ekim gecesi sabah olmayı bilmez.
O uğursuz, o cenabet geceyi yaşarsın, için içine yer,
Gününü beklersin.
Evlatlarından Eşref Bitlis gelir aklına; kahredersin,
Gününü beklersin.
Ve bu beklenen gün geldiğinde ,
İşte o gün geldiğinde,
Artık böyle günlerde hüzünlenmeyeceğiz!
Baba olarak Babalar Gününü gerçekten mutlu bir şekilde kutlayacak ve bizlerin de kutlanmasına sevinçle eşlik edeceğiz.

Sabih Samur
Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan,
Türkçe konuşan,
Türk Vatandaşı bir BABA.


Sabih Samur der ki;

İslâm dolayısıyla inancımız partiler üstü bir kavramdır.
12 Eylül sonrası (MHP de dahil olmak üzere) Türk Siyasetçisine ve Siyasetine Türk-İslam Sentezi rolü öngörülmüş ve uygulamaya sokulmuştur.
DP tekelinde başlayan dini kullanma enstrümanı diğer tüm partiler tarafından maalesef kullanılmıştır.
Ben MHP ve/ ve ya DP'nin sözcüsü değilim ve haddimi bilerek, bu olaya soyunmam. Sözlerim sadece beni bağlar.
AKP'nin kullandığı Türk Milliyetçiliği söylemine alternatif olarak Yeni Osmanlıcılık ve Cemaat kavramları Kürtçü, bölücüler tarafından okunmuş ve karşı tez doğurulmuştur.
Neden Laiklik?
Sorunun yanıtı canlı olarak meydandadır.
İki Dil,
İki Bayrak,
İki Halk,
ve şimdi İki Camii Cemaati?
Buyrun dini kullanmaya devam edin.
Sonra da MHP'yi eleştirmeye çalışırken bir adım geri çekilin ve ben ne yapıyorum diye kendi kendinize sorun ve ya sormayın.


Facebook Yorumları:

Adnan Menderes: İŞTE BEN SİZN GİBİLERE DEMOKRAT-ÜLKÜCÜ DERİM.ASLINDA SİZ OLMASANIZDA ÜLKÜCÜLÜK VAR.MESALA BİR ÇOK KÜRT KÜRTÇE EZANDAN SONRA MİLLETİN SAHİPLENMESİ SİZCE DİNİNE VE ÜLKESİNE SAHİPLENMEK DEİLMİDİR.ÜLKÜCÜLÜKTEDE**EZAN DİNMEZ-BAYRAK İNMEZ*DEİLMİDİR.AMA BİR ÇOK MİTİNGLERDE NE BAYRAK VAR-NEDE KCK YI KINAMAK


Saadet Toksoz: Bütün mesele, başkanlık sistemine geçilmek istendiği için iki partili sistemi oluşturma gayretleridir bunlar.. hem anayasa değişikliği sırasında da fazla kalabalık olmazsa fazla pürüz çıkmaz.. zaten CHP ilk 3 maddenin değiştirilebileceğini söylüyor.. bu sebeple MHP saf dışı kalırsa işler çok daha kolay olacak..

Oğuz Yurtseven: MHP saf dışı kalmayacağına göre . bırak safdışı kalmayı , burada yazıyorum.. en az % 20 .. pazar gecesi görüşürüz :)

Saadet Toksoz: tabi bu arada MHP nin oyları kendilerine giderse o zaman zaten anayasayı tek başlarına halledebilme şansları olacaktı ama olmadı işte..


Sabih Samur: ‎"Saf dışı kalmak" AKP ağzıyla konuşmaya benzedi. Anlamını aşan bir ifade olduğunu düşünmek istiyorum.
MHP % 20 üzeri bir oyla gelecektir.
CHP'nin de % 25-30 aralığında olacağı muhakkaktır.
Ve su akacak yolunu bulacaktır.
CHP mutlaka özüne dönecek ve Atatürk Milliyetçiliği potasında MHP ve CHP olarak buluşulacaktır. Doğrusu budur.

Mustafa Kenan Ayçicek: seçim dönemlerindeki,söylemler yerine,seçim sonrası icraatlara bakmak gerekir..Anayasa konusunda karamsar olmaya gerek yok..chp ve mhp nin onaylamadığı bir anayasa meclisten geçemez..


Emin Onaran: Olaylara daha geniş açıdan baktığımda, ateist olan, hatta imam rolüne bürünerek kendilerince tiyatral komedi oynayan malum örgüt şimdi temiz inançlı insanları tufaya getirerek eylemlerinde kullanıyor... Kürtçe yapacaklarmış ibadetlerini...!... Riya üzerine kurulan çöküntü senaryolar bunlar. Yüce Dinimize gelince; İnancım Benimle Hz. Allah arasındadır. Ara bölgede yasaklarım herkesi. Bildiğimde sonuna kadar gider, bilmediğimde gerçek islam alimlerine danışırım, yada Elmalılı Hamdi Yazır'ın Yüce Kuran-ı Kerim'in Türkçe Mealini okuyarak sorunumu çözmeye çalışırım... Bezirganlarla işim olmaz...! Hz. Allah'ıma tapar, yaradan ve bir olduğuna herşeye kadir olduğuna tüm benliğimle inanırım... Biz Gavur İzmir'lilerin inancı budur. Dini kullananlara, temiz inançları modelleştirmeye kalkanları Biz model olarak kullanırız...! Hz. Ömer Adaletinin zerre-i miskalini gösterebilen, uygulayan bir tek müslüman kalmışssa eğer, Bana da gösterin ne olur meraklardayım...! Şimdi götürmek modasını geliştirdiler... Hangi ayetlerle uyumlu bir türlü çözemedim...! Çözen varsa bir zahmet bildirsin Ben de öğreneyim... İyi, güzel, doğru ve aydınlıklarda olmak nasıl zor bir zenaatse, gerçek dindar olmak bundan da zordur... Her müslümanım diyen keşişe inanırsak vay halimize...! Siyasi platform ayrıdır, inanç, din, ibadet platformu ayrıdır... Hayat yorgunlukları bunu öğretti Bana... Din yürekle, ruhumuz, fikrimiz, benliğimizin mutena bölgelerinde daim bizimledir... Hiç kimseyi enterese etmez... Sonra seçilgen bir olgu değildir ki... herkes doğduğu yerin değerleriyle buluşur önce... Ben çok inançsız tanırım, Müslümanım diye övünen kişilere adaleti, iyiyi, doğruyu, güzeli, aydınlığı, insani hasletleri birkaç derste öğretiverir... Son olarak fikir zikir bir olsun derim... İnanç, asalet, insanlık, adalet, değerler bu iki küçük kelimenin içerisindedir, fikir ve zikir... Ayrıysa fikir ve zikir, o kişi en fazla olur ve sair...! Duyarlı emeğine takdirimle Sabih Arkadaşım... Sevgimle baki selamlar, daim aydınlıklar... Uzunca oldu affola... İnşallah hristiyan deyimiyle afaroz falan edilmem... Sağlıcakla, mutlu kalınız...

Oğuz Yurtseven: akp nin iktidardan düşmesinin.. tek yolu MHPnin % 20 ve üzeri oy alması ile mümkündür , bir başka deyiş ile chp % kaç oy alırsa alsın akp li seçmenden oy alamıyacaktyır .. hal böyle olunca.. chp nın aldığı oylarında pek bir manası olmayacak ve akp nın iktidardan düşmesini sağlamıyacaktır .. akp yi devirmenın yolu mhp yi desteklemektir ..


Sibel Kurdoğlu: Chp'nin de, Mhp'ninde artıracağı oy oranı Akp'den gidecektir...

Ahmet özkul: BURDA BEN SABİH BEYE KATILIYORUM ANCAK SEÇMEN SANDIK BAŞINA GELDİĞİ ZAMAN 2 KEZ DÜŞÜNMESİ GEREKİR AMA BİZLER HİÇ DÜŞÜNMEDEN OY KULLANIYORUZ VE KULLANDIĞIMIZ OYLARLA İKTİDARI BELİRLİYORUZ. ANCAK ŞU VARKİ BU İKTİDAR DÖNEMİNDE EKSİLER VE ARTIL...AR TARTILMALI ONA GÖRE OY KULLANILMALIDIR 2003 YILINDAN BU YANA KADAR NELER YAPILDI NELER SATILDI BUNLARI DEĞERLENDİRMEMİZ GEREKİYOR SATILAN KİTLER BÖLÜMÜNÜ SAYMAYACAK OLURSAK ATALARIMIZIN KANIYLA ALMIŞ OLDUĞU TOPRAKLARI BUNLAR PARAYLA SATIYORLAR VE HALENDE BU ÜLKEDE SATILMAYAN TOPRAK KALMIYOR BUNLARIN ÖNÜNE GEÇİLMESİ GERİKYOR. BİR ÜLKENİN ZENGİNLİĞİNİ YER ALTI KAYNAKLARI BELİRLER AMA BİZ YER ALTI KAYNAKLARINI SESİZ SEDASIZ ÖZELLEŞTİRME ADI ALTINDA UYGUN KİŞİLERE SATILDI BOR MADENİ GİBİ SURİYE SINIRINDA TARIMA ELVERİŞLİ ARAZİLER GİBİ YADA ORMANLARIMZI 2 B ARAZİLERİ GİBİ YADA TURSTİK DİYE BİLDİĞİMİZ BİZİM SINIRLARIMIZDAKİ ANTALYA BODRUM GİBİ YERLERDE YABANCI YERLEŞİM MERKEZLERİNDE BİZİM BAYRAGIMIZ DIŞINDA KENDİ ÜLEKELERİNİN BAYARGI DALGALANIYOR.İSRAİLE KAFA TUTUYORUZ AMA İCRAAATA BAKARSANIZ HİÇBİR ANTLAŞMAYI FES ETİYORUZ.DAHADA ÖTESİ ÜLKEMİZİ VE MİLLETİMİZİ KORUMAKLAGÖREVLİ ORDUMUZ SINIR ÖTESİNDE ÜÇ BEŞ TERÖRİSTİ ÖLDÜRTÜKTEN SONRA PKK SEÇİMLERDEN SONRASINA KADAR EYLEMSİZLİĞİ TÜRK ORDUSU BOZMUŞTUR DİYE ORDUMUZU DEŞİFRE EDİLMEYE ÇALIŞILMAKTADIR.


Gülden Sema: ATATÜRK NEDEN LAİK SİSTEMİ GETİRDİ..DİN İLE DEVLET İŞLERİNİ AYIRMAK İÇİN..DİNİ SİYASETE ALET ETMEK,HALKIN DİNİ DUYGULARINI SÖMÜRMEK..KISACASI DİNE DAYALI BİR SİYASET UZUN ÖMÜRLÜ OLMAZ..BU GÜN AKP NİN YAPTIĞI HALKI ALLAH İLE ALDATIP ÇIKAR SA...ĞLAMAK..VE BUNUDA ÇOK İYİ BAŞARIYORLAR..ABD DEKİ CİA AJANI SAHTE MÜSLÜMAN VE BURADAKİ UZANTILARI BU ÜLKEYE EN BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ YAPMIŞLARDIR..BUNU ÖNLEMEK ELİMİZDE 12 HAZİRAN SONLARI OLACAK VE BENİM ARZUM CHP VE MHP NİN ORTAK OLMALARI..

Saadet Toksoz: Bu arada hiç kimse kürt oylarını hesaba katmıyor.. geçen defa onların oylarıyla o kadar arayı açmışlardı.. bu seçimde kürtk oylarından da çok emin değiller, biraz da o yüzden MHP ye saldırdılar.. bu seçimde de kürt oylarını kim alırsa, o öne geçecek.. bir de seçimde yapacakalrı hileleri de hesaba katmak gerekiyor..

Selahattin Günes: Bu sartlarda MHP nin oylarini artirmasi mutlak gözüküyor,lakin secim sabahi olasi bir CHP-MHP koalisyonu CHP nin acikladigi anayasanin ilk üc maddesindeki degisiklikler sebebiyle en azindan su an icin imkansiz gözüküyor,MHP bu secimin sonunda hic bir koalisyona girmeyerek kenarda kalmayi tercih edecektir diye düsünüyorum.


Saadet Toksoz: Ben aslında o konuda chp nin kürt oylarını alabilmek için takiye yaptığını düşünüyorum.. umarım öyledir..

Selahattin Günes: Bende Sayin Kemal beyin zerdüst oldugunu ve aslina hizmet etme geregi duydugunu hissediyorum,umarim yaniliyorumdur amaCHP bir gün asla daha ATATüRKüN partisi olarak kalamayacaktir,cünkü ince bir operasyonla suyun yönü degistirilmistir,saygilar.

Sabih Samur: Selahattin Bey ve Saadet Hn için;
"Mustafa Kenan Ayçiçek
seçim dönemlerindeki,söylemler yerine,seçim sonrası icraatlara bakmak gerekir..Anayasa konusunda karamsar olmaya gerek yok..chp ve mhp nin onaylamadığı bir anayasa meclisten geçemez."
CHP ve MHP karşıtlığı söylemler dünkü söylemlerdir.
Gün yeni dünyalar kurulurken dünde kalma günü değildir.
Liderlerin yanlış söylemlerine rağmen suyun akışına güvenmek lazım.

Saadet Toksoz: Tamam da bende işte o onaylamama konusunda endişe duyuyorum. Kusurab akmayın ama benim bu ülkede hiç kimseye güvenim kalmadı artık.. kimin ne zaman ne yapacağı, neye evet neye hayır diyeceği hiç belli olmuyor.. geçmiş günlerde bunun bir çok örneğini yaşadık.. umarım her şey düzelir bir an önce..



Sabih Samur: İşte o noktada demokratlık biter!
Halkı kandırarak iktidara geldiğinde baş-kıç oynarsa;
sessizce olayları izleyenler maalesef sessiz kalmazlar.
Asker askerdir ve ülkenin bölünmezliği için yemin etmiştir.
Eğer askerde Fetullah potasında erimişse... erimeyen silahsız kuvvetler devreye girer.
Kim mi?
Elinde Bursa Nutku olanlar.
Dolayısıyla bu ülke sahipsiz değil endişe buyurmayınız Sn. Toksoz


Saadet Toksoz: Bence sonunda olacağı o zaten... ben siyaset yoluyla ülkenin tekrar geri alabileceğine çok da inanmıyorum açıkçası..

Emin Onaran: Affola, Saadet hanım için yazmıştım, tutukluk olmuş çıkmamış yazım... saadet hanım akkaraakların fikri temayüllerini belirtmiş cümlesinde... Böyle hızlı akışlarda bir anda yanlış algılamalar olabiliyor tabi haliyle... Bana göre fikri hür ir...adesi hür aydınlık bir bayan Arkadaşımız... Bu konularda asla tarafgir olamam. sadece yazılanlardan çıkardığım sonuçtan emin olursam yazarım... Sabih arkadaşım, iyi, güzel, doğru ve aydınlık olmayan bir Arkadaşımız burada yazar mı hiç... Sana söylüyorum, çünkü senin emeğin üzerine yazıyoruz... saadet hanım fikir ve tahminlerini dürüstçe yazıyor... Çok iyi okudum yazısını, iki defa okudum. kesinlikle o malumların hayallerindeki temayülü aktarıyor... Demek istediğim böyle... Şimdi her parti üzerinde konuşuluyor... Konuşacak o kadar etkili gerçekler var ki... Polemikler oluşuyor, üzüntü yaratıyor... CHP hakkında, MHP hakkında, bilmem ne partisi hakkında... Hepsi zaman içerisinde değişime uğradılar... Hiç birisi eski durumunda değil... Oy potansiyeli nedeniyle neler oluyor neler... Su akar yolunu bulur... Aynı fikirde mutabıkım Sizlerle... Bu akan sular Bizi önce Vatan aşklı aydınlık şelalelerinde buluşturacak inanıyorum... Sevgimle baki selamlar, daim aydınlıklar hepinize....


Saadet Toksoz: bu seçimde kürt oylarını kim alır sizce? bana göre seçimini kaderini onlar belirleyecek çünkü..

Gülden Sema: DEĞERLİ ARKADAŞIM..AYNI DÜŞÜNCEYİ,AYNI İDEALİ PAYLAŞTIĞIMIZ ZAMAN DİL İNGİLİZCEDE,FRANSIZCADA OLSA ÖNEMLİ DEĞİLDİR..ORTAK OLAN ÜLKÜ BİRLİĞİDİR..BU GÜN AYNI DİLİ KONUŞUYORUZ..HEPİMİZ ATATÜRKÇÜYÜZ AMA KAÇ PARÇAYA BÖLÜNMÜŞ DURUMDAYIZ..

Sabih Samur: ‎"Kürt" oyları yerine Kürt kökenli Türk Vatandaşlarımız desek, önce davaya kendimiz inansak...
etnik tabiri yalnız kullandığımız zaman karşımıza Kürt Aydını ünvanını kullanan tiplemeler çıkmaya başlıyor. Mustafa Erdoğan v.b.
Bu vatandaşlarımız bu seçimde de maalesef bağımsız BDP lilere kitle halinde oylarını verecekler.

Mustafa Kenan Ayçicek: MHP kendi iradesi ile kapısına kilit vursa dahi,panik yapmaya gerek yoktur..MHP bir binadan ibaret değildir.Mhp kuruluşu itibariyle hiç bir zaman tek başına iktidar olmamıştır..içinden Başbakan çıkarmamıştır..Buna rağmen 1969 yılından günüm...üze kurulan bütün hükümetlerin bakanlar kurulunda en az 2-3 mhp ideolojine sahip olan bakan bulunmuştur..Mhp ideolojisi,bir bina içine sıkıştırılamaz..Devletin bütün kurumlarında bu özelliği görmek mümkündür..iktidarlar değişir,kadrolar kalır..Önemli olan tek şey,MHP'li olmak ne demek ?..bunu yeni nesile propaganda yapmadan,eğrisiyle,doğrusuyla,artılarıyla,eksileriyle anlatmaktır..Bunun için en uygun zaman,içinde bulunduğumuz zamandır..12 eylül öncesinde içine düştüğümüz tuzakları yeniden yaşamanın mantıklı bir tarafı yoktur..Bu vatan için ölmeye hazır,Bu vatan için,sıcak yatağından kalkmaya hazır Her Türk bizdendir..

Saadet Toksoz: Haklısınız Gülden hn. ama ayrı dil aynı zamanda ortak değerleri tamamiyle ortadan kaldırıyor.. aynı dilde oluşturamadığımız ortak ülküyü ayrı dilde asla oluşturamayız.. hem benim anlamadığım, bu ülkede tek etnik grup bunlar mı ki de, bunlar...a böyle abir ayrıcalık tanınması gerekiyor? yarın diğer etnik gruplar da aynı şeyi isterlerse nolacak? her etnik gruba ayrı açılım mı yapılacak? ayrı dillerde konuşan insanları hangi ortak değerde birleştirip, ulus yapacağız o zaman?

Mustafa Kenan Ayçicek: Kürt kökenli vatandaşlarımıza,kendi dilinde eğitim hakkı vermek,kendi kürtçe tv.lerini kurma hakkı vermek,kendi ibadetlerini kendi dillerinde yapma hakkı vermek,kendi yerel mülki amirlerini kendileri nin seçmesi hakkını vermek;..AKP nin göz...üyle bakıldığında İNSANİ bir yaklaşım olarak görülüyor..AKP kendi dindar tabanına bu gelişmeyi İNSANİ bir gelişme olarak yutturmayı başardı..OYSA;..bu gelişme Uluslararası Hukukun bir parçasıdır..Akp'nin kürtlere vermeye çalıştığı haklar;Tüm dünyada '''azınlık yasaları'''..gereği azınlık statüsünde bulunan toplumlara verilen haklardır..Yani AKP hükümeti bağıra-bağıra Kürt toplumunun AZINLIK olduğu Dünyaya ilan etmektedir...işte bu gelişme karşımıza NATO'yu çıkarıyor..Türk Hükümeti Kürt toplumunu azınlık olarak görüyorsa;ve bu azınlık ile Türk Devleti 30 yıldır savaş halindeyse...ölenlerin sayısı 3o bin kişiyi geçmişse;..NATO nun bölgeyi işgal etme hakkı doğuyor..(aynı gerekçelerle,nato bosna'ya girmiştir..aynı gerekçelerle Libya bombalanmaya başlamıştır)...................................................................................Nato'nun Türk Topraklarına girmesini önlemenin hukuki tek yolu;..Kürtlerin azınlık olmadıklarını,devletin kurucu unsurları olduklarını taraf ülkelere belgelemektir..Kürt sorunu yoktur,kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunları vardır..Buda Türkiyenin iç sorunudur..Diğer devletleri ilgilendirmez..


Sabih Samur: ‎"Kürt sorunu yoktur,kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunları vardır..Buda Türkiyenin iç sorunudur..Diğer devletleri ilgilendirmez.."
Kaldı ki tüm senaryo reel hale geldi ve nato birlikleri İncirlik kapısından tampon bölge oluştuırmak adına ...çıktılar.
Neye güveniyorlar?
Türk askeri ve ya Türk sivili her hangi bir ateşli silah ile kendilerine müdahale edemez. Çünkü karşısında adı üzerinde bütün dünya var!
İşte bu noktada yanılıyorlar!
Daha doğrusu yanılmıyorlar cesaret edemiyorlar.
Biliyorlar ki bu Çıllgın Türkler asla geri adım atmazlar, tırsmazlar, korkmazlar ve sonuçlarını bile bile 3. Dünya Savaşını çıkarırlar!
O yüzden bu memleketin toprağını UN botu çiğneyemez!!!


Ümit Akveren: kürtler türklerden daha çok seviyor türkiyeyi...


Mustafa Kenan Ayçicek: Ümit Akveren ;kürtler türklerden daha çok seviyor türkiyeyi..(kürt kökenli vatandaşlarımız önünde 2 seçenek vardır..1)MED'ler ve PERS'ler diye bilinen tarihi devlet İRAN'a dönüştüğünden bugüne kadar,Türklerle birlikte yaşayan kürtler bu dü...zene devam edecekler..2)İsrail'in parasıyla Irak toprakları içine kurulan Barzani kürdistanına katılacaklar..Böylece sözde Büyük kürdistanı,gerçekte Büyük israil'i oluşturacaklar...işte bu aşamada Türkiye Kürtlerinin Alevi veya sünni müslüman oldukları ortaya çıkıyor..Bu arada Sünnetsiz kürtler sap gibi ortada kalıyor...PKK denilen örgütün arkasında sünnetsiz kürtler bulunmaktadır..asli hedefleri ASALA ile aynıdır..Türkiye nin müslüman kürtlerinin Yahudi Barzani ile ortak olması mümkün değildir..Kürt vatandaşlarımızın Türk devletine Bağlı olmasının asli sebebi müslüman olmalarıdır..Marksist PKK çok geç olsada bunu anlamış,siyasetini dini vecibeler üzerine oturtarak,başlangıçta CUMA namazını Cami dışında kılmayı denemiş,arkasından Kürtçe EZAN okuma girişiminde bulunmuştur..Ancak bu eylem onların sonları olmuştur..Marksist PKK nın bu konuda başarılı olması mümkün değildir..

Zaman Geçerken: kürt sorunu yoktur.kürtçülük denen yapay bi karın ağrısı oluşturulmuştur.gaz çıkarma yoluyla sorun kökünden halledilir.ancak bunu yapmayı isteyecek gerçek liderlere ihtiyaç vardır.saırım onlarda 12 haziranda tecrit odalarından Yüce T.B.M.M ye halk tarafından gönderilecektir.

Lütfü Öztürkmen: Evet Sabih bey çok doğru bir konuya temas ettiniz. MHP'yi dolayısıyla Dr. Devlet Bahçeli'yi din üzerinden eleştirmeye başladı malum cemaat. Ne dediler fısıltı halinde mütedeyin insanlara bunların anlı secdeye değmiyor. Bunlar (Devlet bey k...asdediliyor) cami bilmezler, hacca gitmezler, dine uzaklar. Neden sonra başladı bu porpoganda, Devlet bey Fetullah hocaya Amarikada oturma cemaatinin başına dön veya faliyetlerini durdur dedikten sonra. Ama herkes biliyorki bu hoca aslında cemaatinin başında zaten cemaatin merkezi Amarika ve CIA. Bu nedenle hocanın oturduğu yer tamda konumuna uygun bir yer. Ama faliyetleri yıkım projesi bunlarda en önemli taşorunu nasıl vazgeçsinler. Bu amaç bunların varlık sebebi

Ümit Akveren: bak kardeş..Mustafa Kenan Ayçiçek...fars kültürü ana temel olmak üzere kürtlerde ibraniler ve araplardan aldıkları etnik değerler üzerinden yorumlarını yapıyorlar ...ben nasıl Atatürk evladıyım diyor isem,onunda etnik değerlerini savunması kadar doğal bir şey olamaz diye düşünüyorum.....


Lale Cicek: sandığa giden her birey ,artık kendini değil vatanını bayrağını ve türkiye sevdalısıysa ,oyu nu bir değil iki kere düşünerek kullanmalı.ancak siyasi tecrübelerime dayanarak acizane fikrimi ufakta olsa belirtmek istiyorum büyük değişiklikler tablosuyla karşılaşıcaz buda sevindirici saygılar..
sabih samur kardeşim sizleri tanıdığıma ve benide aranıza aldığınız için teşekkür ederim.başarılar türkiye için olsun

Vecihi Tekin: HAKLISIN GÜZEL DOST..HATIRLANMAK İÇİNDE AYRICA TEŞEKKÜRLER...:).DUYARLI İNSANLARIMIZIN AKL I SELİM ÇERÇEVESİNDE KATILMASI GEREKEN BİR SEÇİM YAŞAYACAĞIZ.RABBİM MEMLEKETE HAYIRLARA VESİLE KILSIN İNŞALLAH.

Emin Onaran: Konuya girmem gerekiyor... Kendimi asla çok bilen statüsünde görmem. Sadece öğrenmeye yönelik tutkularım var. Çok iyi gözlemde bulunmaya çalışırım. Mukayese ederim, araştırırım. Yazımda hata olabilir, peşinen söyleyeyim. Partei Karkeri Kürd...istan galiba... kürdistan İşçi Partisi anlamı ve tanımında... Yönetimine bakalım, uzantılarına bakalım dikkatlice. Hani işçi, hani emekçi...? Hepsi ağa veya feodal yapının nüfus sahipleri... Şimdi bunlar yüz defa Marksist, bin defa Leninist tanımını kullansalar ne yazar... Sadece levha ve aldatıcı bir muhteviyat... İçi başka dışı başka... Asıl konu ağalık güvencesini yeni zeminlerde oluşturmak... Ağalığın değişik bir versiyonunu hayata geçirmek... Bu arada onbeş senemin Doğu'da geçtiğini söylememk zorundayım abartısızca... Hani Sen ne biliyorsun o Bölgeler hakkında diyecek olanlara karşı... Boyoz, poğaça, gevrek satan bir yer düşünün. Levhasına yüz defa baklavacı yazsa ne çıkar... Durum ayniyle vaki böyle... Eğer Köy Enstitüleri devam etseydi veya ettirilebilseydi... O Bölgelerde ne feodal yapı kalacaktı, ne marabalık... Açlık imanı bozar derler genelde...Özgür bireyler oluşturulamadı... Endüstri toplumuna geçerilebilseydi O Bölgeler... Şimdi bu sorunları hiç konuşmuyor olacaktık... Demokrasi Cumhuriyet değerleriyle kuvvetlidir... Şimdiki zamanlarda Demokrasi iki statüdse yol alıyor... Özgür bireylerin demokrasisi, sürü demokrasisi... Sürü demokrasisinde bir maestro var, alıyor çomağı eline, hedefi gösteriyor ve hep beraber çalıp oynuyorlar... Çok basite indirgedim haliyle... Çünkü anlatım örneklemelerle olunca daha iyi anlaşılıyor görüşündeyim... Sevgimle baki selamlar, daim aydınlıklar... Benim görüşlerimdir. Doğru ve yanlışlarıyla... Hor görmem, hor görülmek istemem... Fikrim ve vicdanım daim hürdür... Çok bildim diyen megolomanları da hiç sevmem... Kuvvetle muhtemel Sizler de sevmezsiniz... Bazen sadece yıkım hücumları oluşabiliyor... Anlatacaklarımızı saygı ve sevgi çerçevesinde yapalım ki... İnsan ve insanlığa katkımız olabilsin... Sağlıcakla kalınız. Emeklerinize sağlık olsun daim...

Ilkay Surka Seku: Ben Mustafa Kemal ATATÜRK'ün şu sözleriyle nokta koymak istiyorum yorumlara ve yazına Sabih'ciğim yüreğine ve emeğine sağlık ayyrıca ...Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, sâf ve temiz hal...kımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 127)......


Sabih Samur: Bu paylaşım münasebetiyle sohbete katılan (ayrımsız) tüm arkadaşlara fikirlerini beyan ettikleri, cümlelerde "ben" ağırlıklı ifadeler kullanmadıkları, belden aşağı vurmadıkları, üstten bakmadıkları ve karşılıklı aydınlanmamıza sebep oldukları için teşekkürlerimi arz ediyorum.
Saygı ve sevgilerimle
Sabih Samur


Ekleyen: KUVVA-İ MİLLİYE HAREKETİ · 549 / 550
--------------------------------------------------------------------------------
TATBİKAT

Ege Denizi’nde yapılması planlanan tatbikat, güney deniz saha komutanının içerde olduğunun belirlenmesi üzerine, Karadeniz’e kaydırılmak istendi. Ancak, kuzey deniz saha komutanının da içerde olduğunun tespit edilmesi üzerine, Van Gölü’nde yapılmasına karar verildi.

*
Kamyoncular odasının yardımıyla gemilerin karadan taşınması planlanıyordu ki, tatbik edecek sayıda kamyon bulunduğu, tatbikat yapacak sayıda gemi bulunmadığı ortaya çıktı. Firkateynlerin Somali’ye korsan kovalamaya, hücumbotların Libya’ya çipura avlamaya gönderildiği rapor edildi. Bari denizaltı götürelim dendi ama, bu sefer de, denizaltı filo komutanın içerde olduğu hatırlandı.
*
Tam o sırada, The Taraf gazetesi, denizaltıların Marmaris’ten dalıp
Van Gölü’ne gidiyorum ayaklarıyla Mogan Gölü’nden çıkarak, darbe yapacağını iddia etti. TRT’deki
tatbikatın içinden programına katılan gazeteciler, denizaltı torpidolarıyla Etiler’de patlayan bombanın seri numarasının aynı olduğuna dikkat çekti. Tanzanya’dan servis edilen internet kasedinde ise, Tunalı’daki Kuğulu
Park’a demirleyen çıkarma gemilerinde fuhuş yapıldığı öne sürüldü.
*
Emrindeki subaylar kendisine suikast yapacak diye içeri tıkıldığı için, deniz kuvvetleri komutanı, amiral gemisinde dımdızlak kalmıştı. E tek başına zor tabii... Telsize mi bakayım, dümeni mi tutayım, radar hangisiydi filan derken, emir-komuta zinciri koptu.
*
Eşlerine iftira atılan albaylar kafasına sıktığı için, bataryalar sahipsiz kaldı, karadan topçu desteği sekteye uğradı. Hapisteki hava kuvvetleri komutanına geçmiş olsun ziyaretine giden pilotlar gözaltına alındığı için, hava desteği de verilemedi. Helikopterler desen, zaten seçim mitinglerine tahsis edilmişti. Tatbikat yapıcaz diye Girit açıklarına bırakılan ve müşterek fiili atış desteğinden yoksun kalan SAT komandoları, ayvayı yediklerini anlayınca, yüze yüze Ayvalık’ta balıkçı barınağına sığındı... Ki, balıkçı barınağı polis tarafından basıldı. SAT’lar kaçak Sri Lankalı oldukları gerekçesiyle tutuklandı. Operasyona “fok badem” adı verildi. Milli Savunma Bakanı, operasyonu yürüten polislere üstün hizmet madalyası takdim etti.
*
Genelkurmay karargâhındaki durum değerlendirmesinde, tatbikatı yapamadık, bari “seçkin gözlemci”ler için Marmara’da iki tane balıkçı
teknesi dolaştıralım diye düşünüldü. Ancak, ondan da vazgeçildi...
Seçkin gözlemciler böcek kameralar vasıtasıyla zaten donumuza kadar her şeyi gözlemlendiği için, dürbüne periskopa gerek olmadığı belirlendi.

Kaynak: Hürriyet Gazetesi
.



http://www.kariyergazetesi.net/hbr/haberdetay.asp?ID=1005

Gazeteciler Cemiyeti’nde, Basın Şehitleri bölümünde Ali Kemal adlı gazetecinin resmi bulunmaktadır. Kimdir Ali Kemal?

Kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal ve arkadaşları memleketi kurtarmak için mücadele verirken aralarında Adnan Menderes’in babası, Sait Molla ve Ali Kemal gibilerin bulunduğu bir grup ‘İngiliz muhipleri (sevenleri) derneğini kurmuş ve Kuvvayi-milliye ve Mustafa Kemal’in silah arkadaşlarını eleştirmiş, Aznavur çetelerini destekleyen ve öven yazılar yazmış bir gazetecidir. Mütareke basınının mütareke gazeteciliğini yapmış bir gazetecidir.

Kurtuluş savaşı kazanılıp İngilizler memleketlerine dönerken, ülkeye ihanet edenler teker teker toplanmaya başlamıştır. Gazeteci Ali Kemal de tutuklanan bu hainler arasındadır. Tutuklananlar İstiklâl Mahkemeleri’nde yargılanmak üzere Ankara’ya sevk edilirken Tren İzmit’te durduğu sırada Menzil Komutanı Nurettin Paşa kendisini görmek istemiş ve kendisine şu soruyu sormuştur:
‘Memleket işgal altındayken, Yunan mezalimi, padişahçı kuvvetlerin, çetelerin saldırıları devam ederken vatanı kurtarmak için canını dişine takmış vatanseverlerin binlerce şehit ve gazi vererek sürdürdükleri Kurtuluş Savaşı ve başta Mustafa Kemal olmak üzere, millî kuvvetlerin yönetim kadroları ve kurtuluş savaşı aleyhine nasıl bu kadar hainane yazılar yazarsınız?’
Ali Kemal’in verdiği cevap ilginçtir.
Ali Kemal “ bütün medeni memleketlerde basın hürdür, yazar fikrini serbestçe söyler, ben görevimi yaptım” demiştir.
Bunun üzerine Nurettin Paşa “O zaman bu fikirlerini, vatan için binlerce şehit vermiş dışarıdaki ahalinin kendisine söyle “ diyerek Ali Kemal’i halkın arasına göndermiştir. Halk ta onu linç etmiştir.

Tarafsız gibi gözüküp taraf olmak Ülkenin Kutsal Çıkarlarına aykırı olabilir.
Var olma savaşının yaşandığı bu günlerde;
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Hükümet tarafından etkisizleştirildiğini düşünen ve bu nedenle kendilerine müdahale etmesinin söz konusu dahi olmayacağını düşünme gafletinde bulunan, Osman Baydemir’in Federal Kürt Devleti’ni resmen açıklamak için uygun zaman beklediği,
T.C’nin Askerine ve Polisine taş atıldığı ve taş atanların artık iktidar gücü ile kanun önünde suçsuz sayıldığı ve bölücüler tarafından “küçük generaller” diye adlandırıldığı ülkemde, herkes söylediği lafı tartarak söylemelidir.
Bu bir ulusal görevdir.
Günü geldiğinde ki o gün çok yaklaşmıştır;
Bu sözleri sarf edenler, tarafsızlık ve demokrasi adı altında, kalemi ile onları destekleyen kalemşörler, Ali Kemaller trenden indirileceklerdir.

Sabih Samur

Dün



Bugün


Yarın


Günlerdir elim tuşlara gitmiyor.
Bize ait, bizim dönemimize ait, anılarımıza ait ne varsa AKP iktidarı döneminde bir bir elimden, beynimden alındığını görüyorum, hiç bir şey yapamıyorum.
Tarabya'da geziyorum. Bana ait hiçbir şey kalmamış. Parsellenmiş, talan edilmiş.
Ortaokulu okuduğum Akatlar'daki benim dönemimdeki adı Levent Lisesi olan okulumun TOKİ tarafından alınarak yıkılacağını ve yerine oranın rantına uygun bir bina yapılacağını öğreniyorum. Neymiş burası sayesinde başka yerlerde yüzlerce okul yapılacakmış. Kuleli Askeri Lisesi'ni de yıkın. Kıymetli arazi; binlerce okul yaparsınız başka yerlerde...
Arkadaşlarla konuşuyorum. "Pilav günümüz var, gelecek misin?" diye soruyorlar.
Sanki bende pilav yiyecek ağız ve tat kalmış gibi.
Düşünüyorum; ulan diyorum sıra lise yıllarımın geçtiği Tektil Meslek Lisemde.
Yedirirler mi oğlum diyorum sana bu okulu. Cevizlibağ'ın göbeğinde ki bu devasa arazi AKP ve kankası TOKİ'nin gözünden kaçar mı?
Nasıl koruyabilirim okulu mu?
Tekstil'e çaput bezi diyen hükümetin başına göre bu okul da çaput bezini imalat edenlerin yetiştirildiği gereksiz bir eğitim ve öğretim yuvasından ibaret değil mi?
Yakışmaz mı oraya güzel bir rezistans mı residence mi neyse ondan.
Önce okulun adını aldılar bizlere sormadan.
Şimdi de kendini alacaklar bizlere sormadan.
Otuz sene evvel o okulun bahçesine diktiğimiz çam fideleri şu an orman oldu!
Benle mi diktin onları AKP? TOKİ?
Benle dikmediğine göre bensiz de yıkamazsın!
Yıkacaksak beraber yıkacağız.
Evet Tekstil Meslek Lisesi pilav gününe katılacağım.
Ve Mezunlar Derneği başkanıma soracağım: "Biz pilav yemekten başka ne yapabiliriz?" diye...
Yapılacak çok şey var!
Konuşacağız.
Aklıma gelmişken arkadaşlar dikkat etmek lazım burası İstanbul.
Okulunu ve sana ait olan tüm değerlerini koruman lazım.
Boru mu bu karşında koskoca AKP ve onun başı var!
Bugün okulunu çizerler yarın seni.
Ne diyor reklamlarda?
"Kızım çantana dikkat et burası İstanbul"
Ağız tadında nice pilav günlerine, yarınsızlık olmaması dileklerimle.

Sabih Samur


CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal, Antalya’nın Alanya ilçesinde seçim geçzilerini sürdürüyor. Partililere hitap eden Baykal, “Siyaset dürüst yapılır bir iş olmaktan çıkmış. Meşrutiyet Dönemi’nde siyasette muhalefet yapanları köprünün üstünden geçerken arkasından vururlardı. Suikast, adam öldürme siyaset yöntemiydi. Şimdi vurma yerine şantaj, tehdit, kaset, komplo. Bununla siyasi etkisizleştirme yöntemleri uygulanmaya başlandı” diye konuştu.YGS’de şifre iddialarına ilişkin savcılık tarafından verilen takipsizlik kararını da eleştiren Baykal, “Savcı, üzerine vazife olmadığı halde bir şey yok diye açıklama yaptı. Varı yoku mahkeme karar verecek. Hemen kapattılar bunu. Kapatıyoruz ama bunun hakkında yine de soruşturma yapın, acaba görevi kötüye kullanma, ihmal var mı bakılsın. Yani bir yandan işi kurtarmaya çalışıyorlar, bir yandan da bu kadar da açık bir uygunsuz tablo karşısında (hiçbir şey yok) demeye cesaret edemiyorlar. Şimdi bu neyi gösteriyor? Yargı bağımsız olmaktan çıkmış. Yargı hükümetin yanlışına dur diyecek noktada değil” dedi.

Eyalet sistemine geçiş
Başkanlık sisteminin federal yapı ve eyaletler sistemine geçiş süreci olduğunu belirten Baykal, “(Anayasayı değiştireceğiz, başkanlık rejimine geçeceğiz) deniliyor. Kişisel hegemonyasını anayasal düzen haline getirecek. Başkanlık sistemi olan yerlerde federal yapı, eyaletler sistemi var. Önce başkanlık sistemine geçersek arkasından eyaletler sistemine mi geçeceğiz? Eyaletler olunca ne olacak? Herkesin etnik kimliğine göre ayrı oluşumlar. Lozan’dan beri bizi nereye taşımak istiyorlar? Lozan neydi, Sevr neydi? Şimdi Sevr noktasına ince ince Türkiye’yi taşıyorlar kendi içimizde. Lord Curzon’nun yapamadığını Türkiye’de iktidarlara yaptırmaya çalışıyorlar. Şimdi bu gidişe ’dur’demek lazım” diye konuştu.

Kaynak: www.yg.yenicaggazetesi.com.tr


Geçen gün iş ve özel nedenle gittiğim Rumeli Kavağı dönüşünde durup nefes almak ve bu arada deklanşöre basarak bu enstantaneyi sizlerle paylaşmak istedim.
Gönül isterdi ki ne güzel bir fotoğraf çekmişim, manzara çok güzelmiş falan filan diye konuşalım.
Ama bazen gönlün istediği her şey maalesef olmuyor.
Bu anlam yüklü fotoğraf içinde başka bir anlamda taşıyordu aynı zamanda...
Apo denen bir Puşt var!
Hani şu Teröristbaşı olan Yavşak!
Anneler gününde annem diye seslenemeyen bebeklerin katili!
Hatırlayamadınız değil mi?
Çünkü onun Tayyip Efendi ve saz heyeti cephesindeki adı; İmralı Sakini.
Allah şahsıma bu yavşağa İmralı Sakini demeyi nasip etmesin.
Ve bu Sn. Yavşak öyle diyorlar başına (ve hatta kıçına) Sayın koymak gerekiyor.
Bu yavşakla pazarlık yapan ve sözde Türk Milletini, T.C'yi hasbel kader temsil eden bu hükümet ve başı seçim sonrası ortalığı kan gölüne çevireceğim diyen bu iti konuşturmaya devam ediyor. Çünkü daha önemli işleri var.
2023'e kadar İstanbul'u hallaç pamuğu gibi atmak...
08 Mayıs 2011 tarihini, terörist başı denen bu yavşağı ve bu sözde Kürt Açılımını yaparak kıçı açıkta kalan Usta'yı hiç bir zaman unutmayınız.
Tüm annelerin ve oğulları bu yavşağın talimatı, azmettirmesi ile şehit olan tüm şehit annelerinin Anneler Gününü en içten sevgi ve saygılarımla kutluyorum.

Sabih Samur

Çok acı...
Türkiye'de uzun yıllardır planlanmış olan Ankara'dan göçme, İstanbul'u tekrar Başkent yapma ülküsü adım adım gerçekleştiriliyor.
2023 Türkiyesi'nde Ankara İLÇE olacaktır.


http://www.tasdelen.org/video/vakifbank-reklami-turkiyenin-bana-ihtiyaci-var/

Bu adreste yer alan Vakıfbank reklâmı bize Bankanın Genel Müdürlüğü'nün İstanbul'a taşınmasının faydalarından ve olması gerektiğinden bahsediyor.
Vakıfbank kurum olarak bu oyunda yer almak zorunda!
Sırada nereler var?
Taşınması gereken tüm kamu kuruluşları.
TSK dahil. Kuleli Askeri Lisesi otel olmaktan kurtulur böylece.
Boğaza nazır Çengelköy'de Genel Kurmay Başkanlığı.
Ne işin var Buz gibi Ankara'da.
Ne diyor Sn. Başbakan?
"Durmak yok yola devam."
Yakışır sana bu yollar başbakan.
Bizler iyi ve sessiz birer seyirci olduktan sonra...

Sabih Samur


Kim ki aşağıda yer alan bu 15 maddenin yürürlüğe girmesi için plan yapmaktadır,
kim ki Teröristbaşı ve bebek katili olan iti İmralı'dan alıp ev hapsi adı altında istirahat ettirme hayali kurmaktadır; bilsin ki Türk Milleti'nin yanıtı Türk Usulü olacaktır.
Kanı ve sütü bozuk olan hariç hiç kimse bu oluşuma sessiz kalmayacaktır.
Bu memleket sahipsiz değildir.
Rüzgâr eken, Fırtına biçer.
Sabih Samur



1) Türkiye’nin idari yapısının değişmesi yani başkanlık ve eyalet modeline geçilmesi.
2) Anayasa’ya Kürtlerin devleti kuran kurucu unsur olduğunun girmesi.
3) Türk bayrağının değişmesi.
4) Devletin resmi dilinin Türkçe olduğunun kaldırılması.
5) Ankara’nın başkentlikten çıkarılması.
6) Laiklik tanımının değişmesi.
7) Kürtçe eğitim hakkının verilmesi.
8) TSK’nın Milli Savunma Bakanlığına bağlanması.
9) Danıştay’ın yetki alanının daraltılması.
10) Dini cemaatlere özel bir statü verilmesi.
11) Eğitim birliğinin kaldırılması.
12 ) Azınlık mal ve hakların Anayasal güvencelerin verilmesi.
13) Din özgürlüğü adıyla misyonerliğe Anayasal güvence getirilmesi.
14) Fener Patrikhanesine Anayasal koruma getirilmesi.
15) Azınlık Vakıf ve Derneklerine Anayasal teminat!



2023 yılı, 23 Nisan.
Başkan yardımcısı Nimet Çubukçu Amed (eski adıyla Diyarbakır) Eyaletindeki törenleri gözleri yaşlı bir şekilde izliyor. Törenleri gökyüzünde oluşturulan devasa büyüklükteki üç boyutlu görsel aktarıcıdan izleyen halka, unutulmak üzere olan Türkçeyi de nezaketen, gönül koyulmasın babında alt yazı ile geçme jesti yaptırıyor Sn. Çubukçu.
O an aklına yıllar önce, sanırım 2011 yılında, adını bile hatırlayamadığı MHP adlı partinin bir yetkilisinin kendisine söylediği “iki dillilik olamaz o dili kopartırım” sözü geliyor. Gülüp geçiyor. Ne yıllardı diyor içinden tören yürüyüşünde yer alan miniklerin Sarı-Kırmızı-Yeşil den oluşan cıvıl cıvıl kıyafetlerine bakarak.
Seçimlere çok az kalmıştı, Başkan Erdoğan o zaman T.C.’nin Başbakanı idi. CHP bir şeyler yapmaya çalışıyor o iste muhteşem hatipliği sayesinde Kılıçdaroğlu ile tabiri caiz ise oynuyordu.
Devlet Bahçeli 12 Eylül’e takılmışlığı ile zaman zaman ani çıkışlar yapmış ama daha öteye gidememişti.
DP ise uyuyan dev denmesine rağmen uyanmayı başaramadı. Facebook denen ilkel, birinci nesil paylaşım sitesinde en son 20. grubu kurmuşlar ve “ben söyle yaptım, ben böyle yaptım” diye genç kızlık hikayelerini anlatıyorlardı birbirlerine.
Biz de bu sırada kömürden sonra baharda neler dağıtabiliriz fakirleştirdiğimiz ve yardıma yatkın hale getirdiğimiz halkımıza, onu planlıyorduk.
Stratosfer katmanında oluşturulan lazer yağmuru bir anda gökyüzünü Sarı-Kırmızı-Yeşil renklere büründürdü. Ve beklenen an gelmişti. Gökyüzünde Yüce lider Başkan Erdoğan belirdi.
Halkına İstanbul’a taşınan Başkanlık Sarayı’ndan sesleniyordu.
Bu arada unutmadan; önce Merkez Bankası ile başlayan süreç tüm bakanlıklar ve resmi dairelerin İstanbul’a taşınması ile tamamlanmıştı. 2018 yılında alınan kararla Atatürk’ün Ankarası ilçe durumuna getirilmişti. Herkes mutluydu eski ve köhnemiş olan Atatürk’ün Cumhuriyeti’nin tüm izleri silinmişti.
Evet bu sadece bir hikaye.
Bu hikayenin gerçek olmasını arzuluyorsanız durmayın, paylaşım sitelerinde birbirinizi yemeye, aptalca kıskançlıklar ve en çok ben bilerim pozlarıyla harcayın seçime kadar olan Allahın verdiği sayılı günleri.
Büyüksün Tayyip Erdoğan.
Ve şanslısın. Bu kadar beceriden yoksun bir muhalefete sahip olduğun için.

Sabih Samur

1) Tayyip Erdoğan fenomenini yaratan halk değildir.
2) Tayyip Erdoğan ilk kez 1991 seçimlerinde halkın karşısına çıkmış ve tercih oylarında kendi partilisi Mustafa Baş’a yenilmiştir..
Halkın karşısına ikinci çıkışı ise İstanbul Belediye seçimlerinde olmuş ve Dalan-Kesici-Livaneli rekabetinden yararlanarak yüzde 27 ile İstanbul’a başkan seçilmiştir.
3) Tayyip Erdoğan’ı halkın gözünde kahraman yapan operasyon ise 28 Şubatçı generaller tarafından yapılmıştır.
4) Dönemin generalleri Tayyip Erdoğan’ı şiir okuduğu için hapse gönderirken aslında Erdoğan’a mağduriyet bahşettiler ve onun imajına yani liderlik projesine ilk harcı koymuş oldular.
5) Bugün anlaşılmıştır ki dönemin bazı generallerinin şiir okuma suçuyla Erdoğan’ı hapse göndermeleri CIA’nin yeni bir lider yaratma projesidir.
6) Aksi olsaydı yani 28 Şubat’ın generalleri Tayyip Erdoğan’ı gerçekten tasfiyeyi hedefleseydi onu şiir okumaktan değil, İstanbul Belediyesinde yolsuzluk yapmaktan mahkûm ettirirdi ki böyle bir mahkûmiyet yüz kızartıcı suç olması sebebiyle Erdoğan’ı siyaseten o gün tamamen yok edecekti.
7) Tayyip Erdoğan’ın Ergenekon ve darbeler soruşturması bağlamında 28 Şubat dönemini hiç görmemesi ve o dönemin sorumlularının üstüne zerre gitmemesi bu tezimizin kanıtıdır.
8) Sistematik bir biçimde liderliğe hazırlanan ve mağduriyet imajı bahşedilen Tayyip Erdoğan’ın gelişinin hızlanmasını ateşleyen olay ise dönemin Başbakan’ı Ecevit’in Irak’a ABD’nin müdahale etmesine sıcak bakmamasıdır. ABD Ecevit’in menfi tutumu gördüğü an Kemal Derviş’e erken seçim lafını ettirmiştir.
9) Seçime bir buçuk yıl varken alınan seçim kararı Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmesine katkı sağlamıştır.
10) Eğer o dönem yani 2002’nin sonunda erken seçim olmasaydı ve seçim zamanında yapılsaydı Ecevit hükümetince başlatılan İstanbul Belediyesi ile ilgili yolsuzluk operasyonunda yargının Erdoğan için mahkûmiyet kararını vermesi güçlü ihtimaldi ki bu davaların dosyaları dokunulmazlık sebebi ile hâlâ kapanmamıştır.
11)Tayyip Erdoğan’ı erken seçim kararından sonra iktidara taşıyan ikinci olay CHP ve o günkü lideri Deniz Baykal’ın tarihi hatasıdır. Baykal seçilme hakkı olmayan ve mebus seçilemeyen Tayyip Erdoğan’a akıl almaz bir biçimde yasa ve kuralların dışına çıkarak el vermiş ve ona iktidarla Başbakanlığı altın tepside sunmuştur..Bu yanlışa ya da suça dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de iştirak etmiştir.
12) Baykal’ın CHP’si bunu yapmayıp yasa ve kuralların uygulanmasında ısrarlı olsaydı o gün Başbakanlık koltuğunda oturan Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan kanlı bıçaklı olacak ve AKP o süreçte ortasından ikiye bölünecekti...
Baykal Tayyip Bey’in önünü açarak AKP’nin bölünmesini engelledi ve Tayyiban yani baskıcı rejimin kurumsallaşmasına zemin hazırladı...
Kuşkusuz Deniz Bey o kararı, “Tayyip Erdoğan iktidara gelir yıpranır ve balonu da patlar” diye aldı, ancak öyle olmadı. Bu arada Deniz Bey’in aldığı o kararda dış dinamiklerin etkisinin olup olmadığı ise hâlâ sırdır.
13) Sonuç olarak görülmektedir ki Tayyip Erdoğan fenomeni ya da heyülasını yaratan halk değil, dış dinamikler, generaller ve güya AKP’yi devirmek isteyen partilerin liderleridir..

KURBAN ADAYI

Uzan-Ağar-Mumcu ve Baykal’dan sona sıra onda!

Tayyip Erdoğan Cem Uzan’ı ailesiyle beraber niye tasfiye etti biliyor musunuz?AKP’nin 2003 Haziran’ında yaptırdığı ankette yüzde 18 çıktığı için!Aynı şey Ağar-Mumcu ikilisi için de geçerlidir.2007 seçimleri öncesinde Tayyip Erdoğan baktı ki bu iki isim ittifakla seçime giderse yüzde 20’yi bulacaklar ve AKP tahtından inecek, hemen başka şeyleri devreye soktu.Önce Mehmet Ağar’a ziyarete gidildi.Akabinde Erkan Mumcu’ya bir şeyler söylendi ve iki isim bu birlikteliğin olmaması için tabanlarına rağmen kollarını sıvadı ve güç birliğini sabote ettiler!Sonuç mu?AKP yüzde 47 ile iktidar olurken Ağar ve Mumcu siyasetten çekildi.İlginçtir bu işin kokusu bugüne kadar çıkmadı, neden acaba?

Gelelim Deniz Baykal’a..

CHP’yi İslamla barıştırır ve mütedeyyin kesimlerle kaynaştırırken birden o malum kaset servis edildi.
Sonuç: Baykal da geri çekilmek zorunda kaldı.
Ve bugün...
Benzer çabalar Kemal Kılıçdaroğlu için sergileniyor.
Aylarca aradılar, taradılar ama zere bir defo bulamadılar.Buna rağmen referadum sürecinde utanmadan yalanlara dayalı kitaplar bile yazdırdılar!
Baktılar ki oradan da sonuç alamıyorlar bel altı dalışa karar kıldılar.
Önce boy ve soy dediler!
Etkili olamayınca PKK’lılık gibi absürt çamurları attılar.
O da bayağı ve komik bulununca kapan kurdular ve yanına gazeteci kılıklı birini gönderdiler.
Amaçları Kemal Bey’i AKP’li birine komplo kuran bir görüntüye sokmaktı ama o da tutmadı!
Hiç kuşkunuz olmasın seçime 90 gün var ve göreceksiniz buna benzer daha çok pusu kurulacak!Sorarım size muhalefete bunların yapıldığı bir ülkede gerçek bir demokrasiden söz edilebilir mi?
CHP’liler AKP’ye yukarıdaki isimleri hatırlatıp Kemal Kılıçdaroğlu’nu sana kurban ettirmeyeceğiz demeli!

Nasıl mı? Sokağa çıkıp demokratik bir metotla feveran ederek!

Sabahattin ÖNKİBAR


Çetin Emeç basın meslek ilkelerine ne kadar bağlı idiyse Nedim Şener de o kadar bağlıdır, Çetin Bey'den farkı soruşturmacı gazeteci olmasıdır.

Modern gazeteciliğin duayeni İngiliz medya patronu Lord Northcliffe, 'Haber bir yerlerde güç odaklarının örtbas etmeye çalıştığı şeydir, gerisi reklamdır' der. Nedim işte o şeyin peşinden koşan gazetecilerden biriydi. Ama gerçek bazen acıtıcıdır. Sorgusu basına nasıl yansıdı bilmiyorum, ne kadarı doğru? Sorulan sorulara bakınca hakikaten sadece mesleğini -benim adım karıştığı için de söylüyorum- dürüst ve tarafsız olarak yapmanın bile neredeyse başlı başına bir suç haline geldiğini görmekten derin azap duyuyorum.

42 yıllık meslek hayatım boyunca hep yargıya duyulan güvenin sarsılmaması için gayret gösterdim. Ergenekon sürecinde de birileri tarafından servis edilen belgelerin aslında soruşturmanın gizliliğine halel getirdiğini bildiğim için bunların hiçbirine itibar etmedim. Serinkanlılıkla soruşturmanın bitmesini ve ondan sonra hazırlanan iddianamenin kamuoyuna yansımasını bekledim.

Şimdi tabi ki gizlilik gerektiren bir soruşturmada yorum yapmak doğru değil ama yandaş tabir ettiğimiz ve sadece iktidarın yaptıklarını alkışlama konumunda bulunan gazetelere çarşaf çarşaf servis edilen, doğruluğu şüpheli, insanların şeref ve onurlarını zedeleyici, manipülatif bazı bilgilerin bugüne kadar hiçbir müdahale görmeden yayınlandığını düşünürsek bunu nasıl değerlendiririz artık kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

İçişleri Bakanı'mız sayın Atalay'a da bir mesaj göndermek istiyorum. Kendisinin yüreğinin temiz olduğuna inanıyorum ama söylediği 'Türkiye'deki basın özgürlüğü ABD'den daha ileridir' sözünün gelecek kuşaklar için çok önemli bir ironi olacağını düşünüyorum. İçişleri Bakanı'ndan haksızlıklara karşı kendi alanında müdahale etmesini ve sadece gazetecilik yapan insanların onur ve haysiyetleriyle oynanmasının önüne geçmesini diliyorum.

UĞUR DÜNDAR

Sabih Samur Yorumu:
Sn. Dündar tarihi bir misyon üstlenmiştir ve yapılması gerekeni yapmıştır. Bu açıklama da yerine ulaşmazsa bundan sonra yapılması gereken ise tüm büyük gazete köşe yazarlarının tamamının "Sn. Yetkili Makama, gazeteciyim dolayısıyla potansiyel suçluyum. Gereğini yapın ve beni önce Metris daha sonra da ebedi dinlenme tesisimiz olan Silivri Tesislerine sevk ediniz. Arz ederim. Gazeteci" örnek dilekçenin yazılmasıdır.
Çetin Emeç basın meslek ilkelerine ne kadar bağlı idiyse Nedim Şener de o kadar bağlıdır, Çetin Bey'den farkı soruşturmacı gazeteci olmasıdır.

Modern gazeteciliğin duayeni İngiliz medya patronu Lord Northcliffe, 'Haber bir yerlerde güç odaklarının örtbas etmeye çalıştığı şeydir, gerisi reklamdır' der. Nedim işte o şeyin peşinden koşan gazetecilerden biriydi. Ama gerçek bazen acıtıcıdır. Sorgusu basına nasıl yansıdı bilmiyorum, ne kadarı doğru? Sorulan sorulara bakınca hakikaten sadece mesleğini -benim adım karıştığı için de söylüyorum- dürüst ve tarafsız olarak yapmanın bile neredeyse başlı başına bir suç haline geldiğini görmekten derin azap duyuyorum.

42 yıllık meslek hayatım boyunca hep yargıya duyulan güvenin sarsılmaması için gayret gösterdim. Ergenekon sürecinde de birileri tarafından servis edilen belgelerin aslında soruşturmanın gizliliğine halel getirdiğini bildiğim için bunların hiçbirine itibar etmedim. Serinkanlılıkla soruşturmanın bitmesini ve ondan sonra hazırlanan iddianamenin kamuoyuna yansımasını bekledim.

Şimdi tabi ki gizlilik gerektiren bir soruşturmada yorum yapmak doğru değil ama yandaş tabir ettiğimiz ve sadece iktidarın yaptıklarını alkışlama konumunda bulunan gazetelere çarşaf çarşaf servis edilen, doğruluğu şüpheli, insanların şeref ve onurlarını zedeleyici, manipülatif bazı bilgilerin bugüne kadar hiçbir müdahale görmeden yayınlandığını düşünürsek bunu nasıl değerlendiririz artık kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

İçişleri Bakanı'mız sayın Atalay'a da bir mesaj göndermek istiyorum. Kendisinin yüreğinin temiz olduğuna inanıyorum ama söylediği 'Türkiye'deki basın özgürlüğü ABD'den daha ileridir' sözünün gelecek kuşaklar için çok önemli bir ironi olacağını düşünüyorum. İçişleri Bakanı'ndan haksızlıklara karşı kendi alanında müdahale etmesini ve sadece gazetecilik yapan insanların onur ve haysiyetleriyle oynanmasının önüne geçmesini diliyorum.

UĞUR DÜNDAR

Sabih Samur Yorumu:
Sn. Dündar tarihi bir misyon üstlenmiştir ve yapılması gerekeni yapmıştır. Bu açıklama da yerine ulaşmazsa bundan sonra yapılması gereken ise tüm büyük gazete köşe yazarlarının tamamının "Sn. Yetkili Makama, gazeteciyim dolayısıyla potansiyel suçluyum. Gereğini yapın ve beni önce Metris daha sonra da ebedi dinlenme tesisimiz olan Silivri Tesislerine sevk ediniz. Arz ederim. Gazeteci" örnek dilekçenin yazılmasıdır.


Merkez Bankası İstanbul'a taşınacak.
Peşinden Bakanlıklar.
Sonra Başbakanlık.
Ve Cumhurbaşkanlığı
Ankara lağvedilecek!
Planınız bu mu?
Biz Buradayız!
Biz bu millletin bağrından çıkmışız.
Ankara kutsaldır.
Ankara eşittir Türkiye'dir.
Ankara T.C.'dir.
Sabırlıyız, tüm bu gelişmeleri sukunet ile izliyoruz.
Şimdilik not alıyoruz.

Bilgilerinize.

Atatürk'ün Neferleri


Genel Başkan Zeybek, TRT Anadolu’da yayınlanan “Ankara Gündemi” programında Rahmi Vardı’nın sorularını cevaplandırdı:

“Demokrat Parti gibi bir parti bir başka partiye zarar vermek için gelmez. MHP’nin bütün oylarını alsam ben ne yapacağım. Benim meselem MHP değil, ona başarılar diliyorum. Ben iktidar olmak istiyorum. Partimizi iktidar yapmak ve başbakan olmak istiyorum. Türkiye için hayırlı olan bu. Buna inanıyorum, bunu söylüyorum, doğrusu da budur.”

(DP Basın Merkezi – 7 Şubat 2011) Genel Başkan Namık Kemal Zeybek, TRT Anadolu’da yayınlanan “Ankara Gündemi” programında Rahmi Vardı’nın sorularını cevaplandırırken, “Benim meselem MHP değil. Ben iktidar olmak istiyorum. Partimizi iktidar yapmak ve başbakan olmak istiyorum. Türkiye için hayırlı olan bu. Buna inanıyorum, bunu söylüyorum, doğrusu da budur.” dedi.

Zeybek, Rahmi Vardı’nın sorularını şöyle cevaplandırdı

RAHMİ VARDI: Anadolu Gündem Özel Programında sizlerle birlikteyiz. Bu haftaki konuğum Demokrat Parti Genel Başkanı Sayın Namık Kemal Zeybek. Sayın Zeybek, programımıza şeref verdiniz, hoş geldiniz. Programımızla ilgili kısaca görüşlerinizi alabilir miyiz?

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Hoş bulduk. Bu çok güzel bir hizmet, Anadolu yayını, televizyonları son derece önemli ve bunların yaşaması, desteklenmesi gerekir. Ben de basın yayından sorumlu Devlet Bakanı olduğum bir dönemde, yani 54. hükümet döneminde, Anadolu basın ve yayını ile ilgili toplantılar yaptım, kurultay yaptım. Bakanlıklar olarak nasıl destek sağlanabilir bunun araştırması içinde bulundum. TRT’nin böyle bir hizmeti yürütüyor olması ve sizin de burada olmanızdan doğrusu çok büyük bir memnuniyet duyuyorum, başarılar diliyorum doğru bir iş yapılıyor ve inşallah bu doğru iş neticesini verecektir.

RAHMİ VARDI: Teşekkür ederiz bu duygularınız için. Siz 1944 yılında Bayburt’ta doğdunuz, 1966 yılında Hukuk Fakültesi’ni bitirdiniz ve 10 yıllık bir Kaymakamlık hayatınız var. Biz bazıları ile görüştüğümüzde çok güzel anılarla oradan ayrıldığınızı, çok güzel hizmetler yaptığınızı söylediler. Çayeli’nde, Pazar Yeri’nde Şiran’da, Tortum’da, Ilgaz’da, Kahta’da ve Kestel’te Kaymakamlık yaptınız. Sonra merhum Gün Sazak’ın döneminde, onun müsteşarlığını yaptınız. Rahmetli Özal döneminde Kültür Bakanlığı yaptınız. Bunları konuşalım sonra devamını getirelim.

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Ben söylediğiniz gibi köyde doğdum. 10 yaşına kadar köyde okudum. Babam başöğretmendi. Eskiden müdür değil, başöğretmen denilirdi. Babamın ilk çocuğuyum ve ilk çocuğu olduğu için de hem heves, hem öğretmen, beni beş yaşıma gelir gelmez götürmüş kaydetmeden sıralara oturtmuş. Bakmış ki, ben de herkes gibi okuyorum, yazıyorum, onun üzerine kaydettirmiş. Böylece 5 yaşında okula başladım, 10 yaşında da bitirdim. Sonraki dönemlerde, babamın verdiği kitapları okuyarak bir siyasi bilinç sahibi oldum. Babamın etkisiyle Demokrat Parti taraftarı oldum. İhtilalde Demokrat Parti kapatılınca, biliyorsunuz Demokrat Parti bir askeri darbe ile devrildi. Yani 10 yıl Türkiye’ye hizmet etmiş olan bir parti, Türkiye’ye demokrasiyi getirmiş olan bir parti, demokrasiyi alabildiğine eleştirmeyi hedefleyen bir siyasi parti, Cumhuriyet değerlerine bağlı ama Demokrat bir parti, Demokrat Parti böyle bir parti. Ne yazık ki, ordu içinden bir cunta ortaya çıktı, önce orduyu ele geçirdi, sonra ordu ile ihtilal yaptı ve Türk tarihine bir kara leke sürüldü.

Kara leke şudur; Yassıada Mahkemeleri diye bir mahkeme icat edildi ve orada Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları, milletvekilleri, siyasi faaliyetlerinden ötürü suçlandılar ve yargılandılar. Düzmece bir mahkeme onları idama mahkûm etti, hapse mahkum etti. O zamanki cumhurbaşkanı Celal Bayar, yaşından ötürü idamdan kurtuldu. Fakat halkın sevgilisi, milletin sevgilisi, parti farkı gözetmeden, bütün halkın sevdiği bir insan olan Menderes ve iki çok değerli arkadaşı, onlar da çok büyük devlet adamlarıdır. Asıldı. Ondan çok sonra, Hukuk fakültesinde beraber okuduğumuz, Reza Mostofizade adında Azerbaycan’dan gelmiş bir arkadaşım oldu. O derdi ki, “Biz, sizin Yassıada Mahkemelerinizi dinliyoruz ve gülüyoruz. Köpek davası, bebek davası gibi davalara gülüyoruz. Nasıl bir şey bu?” O dönemin diktası, Türkiye’yi gülünç hale düşürdü. Onlar dışarıdan bakıyorlardı gülüyorlardı, biz ise ağılıyorduk. İçimiz kan ağlıyordu.

Menderes’i ben yakından görmüştüm. Yakından nerede görmüştüm? Biz Ankara’da Atıf Bey Mahallesi’nde oturuyorduk. Atıf Bey Mahallesi’nin önünden Bent Deresi geçiyordu, dere taşardı ve bazı felaketlere sebep olurdu. Yine taşmıştı Bent Deresi ve ne yazık ki, insanlarımız ölmüştü, evler yıkılmıştı. Sular biraz sakinleşince, rahmetli Menderes Gazi Çiftliği’nin havuzundan getirdiklerini kulak misafiri olarak öğrendiğim, bir kayığa binerek, o suları geçip bizim mahalleye geldi. Çünkü bizim mahallede bir set vardı, onun önünden talimatlar veriyordu ve ağlıyordu. Böyle gördüm Menderes’i.

Sabahları erken saatte ben Gazi lisesine giderdim, orayı bitirdim. Gazi Lisesi’ne gittiğim zaman yolumun üzerinde, o Bent Deresi’nden, köprüden karşıya geçtiğimde inşaatları denetleyen Menderes’i gördüm kaç defa. Yanına yanaşmak istedik ama korumaları yanaştırmadı. Ben neticede çocuktum, 14-15 yaşında filandım. Menderes’i böyle gördük sevdim ve herkes sevdi. Bu insan asıldı. Sonra, 1960, 27 Mayıs darbesinden sonra, ihtilal diyorlar, ihtilal filan değildir o. O bir darbedir. Halkın iradesine karşı yönetilmiş bir darbedir ve ne yazık ki, cumhuriyet tarihimizin en karanlık işlerinden birisidir.

“Adalet Partisi Kuruldu”

Ondan sonra Demokrat Parti yerine, Adalet Partisi kuruldu. Artık benim yaşım belli bir yere gelmişti, yani 17-18 yaşıma gelmiştim. Demokrat Parti Gençlik Kolları’nda ilk siyasi deneyimime başladım. Sonra hayatımız başka türlü gelişti. Hukuk Fakültesi’ne girdim, Hukuk Fakültesi’ni bitirdim ve kaymakam oldum. 10 yıl kaymakamlık yaptım. Kaymakamlık o dönemler çok daha itibarlı bir meslekti. Son zamanlarda mesleğin bazı yetkileri ellerinden alındı. O zamanki kadar belki önemli değil ama yine önemli bir meslektir. Kaymakamlık yaparken şöyle bir deneyim kazandım; kaymakam birebir, doğrudan doğruya, köylülerle kasabalılarla halkla ilişki kuran, insan demektir. Dolayısıyla, köylünün ve kasabalının dertlerini birebir dinlemek, onları çözüme kavuşturmak, yol yaparken o dönemde halkın gücünü de harekete geçirmek gerektiği için, çok defa benim ellerim patlardı. Niye patlardı? Yol yaparken önce ben kazmayı alırdım, vururdum. Çok da alışkın olmayan ellerimiz su toplardı ve patlardı. Böyle bir kaymakamlık yaptık. Bir de orada devleti yakından tanıma imkânına sahip olduk. Çünkü Kaymakam bütün bakanlıkların temsilcisidir, onları tanıdık.

Kaymakamlığımın 10. yılında Başbakan Sayın Demirel’di. Bakan rahmetli Gün Sazak’tı ve bence cumhuriyet tarihimizin en önemli ve en başarılı bakanıdır. Bakınız en başarılı derken diğerlerinin arasına kendimi de koyuyorum, iki defa bakanlık yapmış birisi olarak. Gün Sazak üstelik milletvekili de değildi, dışarıdan tayin edilmiş bir Bakandı. Ama 5,5 ayda Türkiye’de gümrüklerde kaçakçılığı ve rüşveti önledik. Bakanımızın rehberliğinde. O dönemde, karşı bazı milletvekilleri dahi, Gümrük Bakanlığı’nı hükümetten ayrı değerlendirdiler ve o bakanlığın icraatını övdüler. Mesela Süleyman Genç, o zaman CHP’nin sol kanat milletvekiliydi. O, Meclis Genel Kurulu’nda ve bütçe komisyonunda yaptığı konuşmalarda, “Ben, bu hükümeti beğenmiyorum, sayın bakanı da beğenmiyorum, sevmiyorum ama doğrusu hiç kimsenin yapmadığını yaptılar, namuslu, dürüst bir icraat ortaya koydular ve rüşveti ve kaçakçılığı önlediler” diye övdü.

Sonraki dönemde hayat çizgimiz başka türlü gelişti, hayat çizgimizin üzerine bir dönem sonra bize başka bir deneyim kazandıran başka bir hizmet konuldu. O da, sonradan holding haline getirdiğimiz, gelmesinde benim de katkım olduğu, orada koordinatör olarak çalıştım, ticareti öğrendim, sanayiyi öğrendim, yatırımlar koordinatörü olduğum için de birçok iş alanı ile ilgili bilgim gelişti, Türkiye’deki ekonomik gelişmeler, dünya ekonomisi ile ilişkiler konusunda birebir 4 yıl staj gibi çalıştım.

Bu arada İş Dünyası Vakfı diye, bir vakıf için teşebbüse geçtim. Bu vakfı kurma çalışmaları sırasında akşamları oturup, sütlaç yiyerek görüşmeler yapardık. Yine böyle bir toplantıda bir telefon geldi. Telefon eden Hasan Celal Güzel’di, dostumdur, çok severim, çok değerli bir devlet adamıdır Hasan Celal Güzel. Dedi ki, “Sayın Başbakan, sizi milletvekili olarak görmek istiyor, siz zaten çabucak bakan olursunuz, arkadaşlar da bunu istiyor. Mehmet Keçeciler de sizi arayacak” dedi. Biraz düşündüm, bu sohbetten iki ay sonra filan kendimi İstanbul milletvekili olarak buldum. Kısa zamanda da Özal’a götürdüğüm projelerle kendimi Özal’a biraz daha yakından tanıtınca Kültür Bakanı oldum. Kültür Bakanlığı’nda Türkiye’ye hizmet etmeye çalıştık. Kültür Bakanlığımız döneminde yaptığımız şuydu, biz milli kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmalıyız. Bu söz Atatürk’ün 10. yıl nutkundaki sözüdür. Cumhuriyetimizin temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürüdür. Milli kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağız. Ne demektir bu? Bizim milli kültürümüz dünyanın en zengin kültürüdür ve kökleri en derin kültürüdür. Bunu çağa söyletmemiz lazım, dünyaya açmamız lazım dedik ve bu çaba içerisinde bulunduk. Mesela 1990 yılında UNESCO’ya teklif ettik. Dünyada 1991 yılını Yunus Emre sevgi yılı olarak ilan ettirdik. Biz UNESCO’nun bu ilanından yararlandık, Yunus Emre’yi dağa, taşa, Amerika’ya da, Rusya’ya, Türk Cumhuriyetlerine, Arap Ülkelerine götürdük ve Yunus Emre’yi dünya gördü, tanıdı ve şaşırdı. Böyle bir Türkmen mi varmış diye.

Yunus Emre bir Türkmen şairi diye bilinir ama Türkmenlerin bundan haberleri yoktu, bilmiyorlardı. 70 yıllık bir Sovyet dönemi birçok şeyi unutturmuştu, bizim kardeş halklarımıza. Sonra Yunus Emre’yi tanıyınca, tabii Yunus Emre’yi Türkmen Türkçesinden ve bir çok Türkçeden yayınladık, ne yapılması gerekiyorsa hepsini yaptık. Türkmenler heykelini dikti, bugün bütün dünyada Yunus Emre bilinir. Yunus Emre’yi tanıtmak niye önemli? Yunus Emre’yi tanıtırsanız bizi tanıtırsınız. Özümüzü tanıtırsınız, öz değerlerimizi, insan sevgimizi, Allah aşkını, hoşgörüyü. Bütün insanlığın muhtaç olduğu bizim öz kültürümüzü bütün insanlığa yayarsınız, bir…

İki; Yunus Emre’yi bilen, Yunus Emre’nin içinden çıktığı topluma sevgi duyar. Üçüncüsü, Yunus Emre’yi tanıtırsanız, Yunus Emre’yi seven ve bilen insanlar bizim mallarımızı tercih ederler. Fransızların meşhur Başkanı De golle’a bir dönemde, “Niye Fransız kültürünü dünyaya yaymak için bu kadar para harcıyorsun” diye eleştiri geldiğinde şöyle cevap verdi; “Evet para harcıyorum ama benim harcadığım paralar kat kat geri geliyor. Çünkü Fransız kültürü ile yetişenler ve sevenler, uluslararası zeminlerde bizi destekliyorlar. Aynı zamanda da bizim mallarımızı tercih ediyorlar.”

Yani Yunus Emre’yi, Hoca Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Hacı Bayram-ı Veli’yi, Nasrettin Hoca’yı, Köroğlu’nu öz değerlerimizi, Karacaoğlan’ı dünyaya tanıttığımız zaman bu aynı zamanda para getirecek bir iştir, sadece sevgi değil. Bunu yapma çabası içerisinde olduk, Allah’ın verdiği güçle, devletimizin, milletimizin imkânlarıyla, Özal’ın desteği, rahmetli Adnan Kahveci Maliye Bakanıydı. Maliye Bakanlığı’nın kasalarını bize açtı ne istediysek verdi. Sinema sektörümüz ölmüştü onu dirilttik. Yani bir taze kan verdik. Niye sinema sektörü üzerinde bu kadar duruyorum? Çünkü sinema sektörü, kültürü dünyaya yaymanın ve ülkeyi tanıtmanın en kestirme yollarından birisidir. Onun için buna çok önem verdim. Bütün sanat dallarını destekledim, şairlerimize dahi şiirlerini besteletmek için aldık ve destek verdik. Bu bizim tarihimizde vardır. Yani şairlerin de desteğe ihtiyacı vardır.

Bunları yapmaya çalıştık, daha pek çok şey yaptık. Saymakla bitmez işler yaptık ama bu arada Özal’ın çok dikkatini çektik. Rahmetli kendisinden sonra yerine iki isim düşünmüş. Birisi Yıldırım Bey, birisi Namık Kemal Zeybek. Adnan Kahveci geldi bana anlattı. Dedi ki, patron sizi düşünüyor ama ben bir proje götürdüm dedi. Şöyle söyledim Namık Kemal Zeybek Genel Başkan olsun, Yıldırım bey Başbakan olsun. Dedim ki, Adnan bey bunda bir yanlışlık olmuş. Devlet işlerini ben daha iyi bilirim. Ben devlet adamıyım. Hayatım böyle geçti. Ben başbakan olayım, O Genel Başkan olsun dedim. Yok dedi öyle değil. Siz hitabetinizle, fikriyatınızla partiyi canlandırırsınız. O lazım ama Başbakanlığı patronun kendisi yapacak dedi. Böylece bir sır açıkladım sizin programınız da. Kendisi yapacak. Siz biraz dik başlısınız buna izin vermesiniz diye düşünülüyor dedi ama pek uygun gelmedi bana bu iş. Çünkü Genel Başkan başka, Başbakan başka. O Avrupa’da var dedi. O dönem de Yıldırım Bey seçildi.

Yıldırım bey döneminde partinin oyları Anavatan Partisinden söz ediyoruz. Biraz düşünmeye başlayınca yeni bir arayış başladı. Bu sefer bana rahmetli Özal dedi ki, “Aday olun biz seni destekleyeceğiz.” Biz dedi. Ben de demedi. Biz destekleyeceğiz dedi. Sonunda olaylar başka türlü gelişti. Biz aday olamadık, olmadık. Ama herkes bizi aday diye söyledi. Nasip bugüneymiş. Yani Anavatanın koltuğuna, rahmetli Özal’ın koltuğuna oturmak şimdilere nasipmiş. O zaman böyle bir şey olmadı. Mesut bey geldi. Mesut bey gelince biraz tabi kongrede vesaire de biz sertleşmiştik. Daha da doğrusu Mesut Bey’in gelmesiyle birlikte partinin milliyetçiler, muhafazakârlar ve liberaller dengesi vardı. Mesut Bey gelince bozulacağını düşündüm. Doğru yanlış öyle düşündüm ve dengesi bozulmuş sadece liberallerin partisi haline gelmiş bir Anavatan Partisinde benim bulunmam artık doğru olmaz diye ayrıldım. Rahmetli Özal çağırdı, “Gitme” dedi, vaatlerde bulundu. Sonra yine bir şeyler yapacağız dedi. Milletvekili yapalım, Bakan yapalım gibi şeyler söyledi ama hayır dedim. İlke meselesi. İzin istedim Sayın Cumhurbaşkanımızdan. Biraz da kızdı bana biliyorum ama o bana kızabilir. Ben onu hep sevdim.

“Özal’ın yaptığı hizmetler unutulmaz”

Rahmetli Özal’ın Türkiye’ye yaptığı hizmet, Türk Dünyasına yaptığı hizmet unutulamaz. Bir gün onunla birlikte Moskova’ya gitmiştik. Moskova’da böyle kalabalık bir insan grubu bekliyor. O kalabalık insan grubu içinde iki insan. Özal heyetle birlikte Büyükelçiliğe girdi, ben de hemen gittim o insanlarla kucaklaşmaya başladım. Onların kim olduklarını biliyordum. Onlar Ahıska Türkleriydi ve Özal ile görüşmek için bekliyorlardı. Bir başkanları vardı fakat ilginçtir, onların içerisinde bir de Cumhurbaşkanı vardı. O da bekliyordu. Onların içine sığmış Gagavuz Cumhurbaşkanı Stefan Topal. O da oradaydı. O da onu bekliyordu. Yani Cumhurbaşkanı ama o dönem böyle tanınmış ve bağımsızlığını kazanmış bir ülke değil. Şimdi de değil zaten. Ben onların ikisini aldım, götürdüm. Büyükelçiyle ve Sayın Cumhurbaşkanımız Özal’la görüştürdüm. . Çok ilgilendi ve sonra da yardımcı oldu. Efendim.

O dönem öyle gerekti, ilke meselesi yaptım ve Anavatan Partisi’nden ayrıldım. Demokrat Parti bir denge partisidir. Hem kendi içinde dengeleri vardır. Hem ülkelerin dengelerini yerli yerine oturtan bir partidir. Siyasi partilerin böyle olması daha sağlıklıdır. Bu kadar tecrübeden sonra kesin olarak bu kanaate vardım ki bir siyasi partinin tek başına bir fikri sivriltip onun siyasetini yapması çok sağlıklı olmuyor. Yani çok tecrübeden sonra, dengeleri gözeten, toplum dengeleri gözeten ve barış ve uyum getiren bir siyasi parti daha doğru bir hareket olarak görüyorum ve düşünüyorum. O zaman Doğru Yol Partisi’nden, değerli Cumhurbaşkanım..

“Demirel, 28 Şubat’çı değildi.”

RAHMİ VARDI: Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı’nda

NAMIK KEMAK ZEYBEK: O getirdi, o çağırdı gittim. O’nun hem Baş Danışmanı, hem Büyükelçi sıfatıyla, Türkiye ile Avrasya’daki Türk Cumhuriyetleri’nin ilişkilerinin koordinasyonunu yaptım. Başbakanlık yetkilerinin bir kısmını devir almış, yani müsteşarlara ve genel müdürlere dahi buyruk verme yetkisi almış, Sayın Demirel’in verdiği yetkiyle, Koza Sokak’ta otuz üç kişilik bir büro kurduk. Türk dünyası Koza’da dedik. Sonra açılacak, kelebek olup açılacak diye şaka yaptık. Ama Sayın Demirel’in gölgesinde, sayesinde on bin öğrenci getirdik. Tüm Cumhurbaşkanları doruk toplantıları yaptık. Yani dünyanın neresinde Türk varsa, onunla ilgilendik ve buna benzer birçok iş yaptık. Cumhurbaşkanı olunca beni Cumhurbaşkanlığına çağırdı Cumhurbaşkanlığı’nda Baş Danışman olarak aynı konuyla ilgili görev yaparken, bu sefer partinin genel başkanı Sayın Tansu Çiller, ona herhalde tavsiyede bulunanlar oldu ki, benimle görüşmek istedi. Ankara’dan liste başlığını teklif etti. Ama bir müddet sonra, İstanbul Milletvekili oldum. Sonra da 54. Cumhuriyet Hükümeti’nde, refah yol hükümetinde görev yaptım. O hükümet Türkiye’ye çok büyük hizmetler yapmıştır. Türkiye’de milli tasarrufla, milli kaynaklarla Türkiye’nin kendisini yönetebileceğini, bir kuruş borç almadan yönetilebileceğimizi gösteren, çok ciddi işler yapılmıştır. O dönemde memurlara, işçilere ve emeklilere gerçek hesapta yüzde %20 zam yapılmıştır. Türkiye dışa açılmıştır ve fakat o dönemde de, ne yazık ki yine ordumuz içinde ortaya çıkan bir çete, 28 Şubat’ın gerçek suçluları olan o çete, maalesef bunlar Marksist gelenekten gelen din düşmanı ateist, daha çok Suriye modeli bir rejim kurmak isteyen böyle bir grup, ne yazık ki harekete geçti ve bunu dengelemek için başka işler oluştu, müdahaleci güçler oluştu vs. Türkiye, çok karanlık bir dönem yaşadı. 28 Şubat dönemi, en karanlık dönemlerden birisidir. Çok büyük bir felaket olabilirdi. Türk tarihi tamamen ekseninden kayabilirdi. Türkiye Cumhuriyeti bambaşka bir hale gelebilirdi. O dönemi başarıyla yöneten ve bu beladan Türkiye’yi çıkaran ama bu arada da bizimde bakanlıktan olmamıza, hükümetimizden gitmemize sebep olan güçleri dengeleyerek götüren bir Cumhurbaşkanımız vardı. Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel’in oradaki yerini doğru anlamak lazım. O 28 Şubat’çı değildi. 28 Şubat’ın belalarından, Türkiye’yi kendi usulünce ve yumuşak inişle, kurtarmak için mücadele eden bir insandı ve onun orada olması da Türkiye için bir şanstır. Kimse yanlış anlamasın, iş çok karışıktır.

“Türkiye kan gölüne dönecekti”

RAHMİ VARDI: Sayın başkanım, 28 Şubatla ilgili Demirel ve sizler Doğru Yol Partisi suçlandı. Siz bunlara gerçi cevaplar da verdiniz ama yani bu anlatılamadı mı, 28 Şubat’ın çabaları, gerçekten o zaman daha çok gündemdeydi ama zaman geçtiği için suçlanıyor.

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Ben anlatıyorum benden başka da anlatan yok. Ben anlatıyorum, çünkü ben olayların içindeyim. Bu darbeci cuntanın gerçekleri daha ortaya çıkmadı, müdahaleciler vardı, darbeciler vardı. Bunlar arasında da çatışma vardı. Eğer darbeciler muvaffak olsaydı, Türkiye kan gölüne dönecekti, Türkiye’de kalıcı bir diktatörlük olacaktı.

RAHMİ VARDI: Orada da mı bölünmüştü?

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Üç kademede bölünmüştü. 54.hükümet ki, çok başarılı çok değerli bir hükümettir. Bu hükümet, darbeci cuntanın istismar edeceği ortam ortadan kalksın diye feda edilmiştir. Ama biz, ben bakan olarak bire bir mücadele ettik. O dönemlerde de televizyonlardan, gazetelerden, konuşmalarımla gerçekleri haykırmaya çalıştım. Duyurmaya çalıştım. Neyi duyurdum? Bu hükümet devam etmeli diye.. Bizim konumumuz başkaydı, biz hükümetin bir üyesiydik ve biz hükümetin devamını istiyorduk. Ama mümkün olmadı, herkes konumuna göre davrandı ama şunu söyleyeyim ki hiç kimse Sayın Demirel’i 28 Şubat’çı olarak ilan etmesin. Çok büyük bir imtihandır. O’na yapılmış, yani O’nun da birçok şeyi anlatması mümkün değil, belki de hayatı boyunca anlatmayacak ama ben anlatıyorum Bakınız anlattım. Özet olarak budur yani.

O, Cumhurbaşkanı olarak konuya bakıyordu. Biz ise hükümetin bir ferdi ve hükümetin sözcüsü olarak, ben hükümet sözcüsüydüm. Yani hükümet adına konuşma yetkim vardı. Hükümet sözcüsü olarak, biz bu mücadele denklemi içinde demokrasiyi, 54. üncü hükümeti ileriye götürerek savunmak ve Türkiye’nin yakaladığı bu öz kaynaklara dayalı kalkınma modelini yetiştirmek mücadelesini verdik. Ben partimden asla ayrılmadım. Sonuna kadar mücadeleyi götürdüm. Yani bazıları zannediyorlar ki ben istifa ettim. Hayır asla istifa etmedim. Mücadeleyi sonuna kadar götürdüm, sonuna kadar. Ve o dönemi bilenler bilir ki, bu konuda sadece hükümet sözcüsü değil, televizyonlarda ve gazetelerde, parti adına da sözcülük yaptım. Tabi ki o dönemin genel başkanı Sayın Çiller de çok büyük bir direnç ortaya koymuştur. Yani o dönemin şartlarında hoşumuza gitmeyen işler olmuş olabilir ama benim de hoşuma gitmeyen işler olmuştur. Ve tabi ki Sayın Çiller’e, hükümeti kurma yetkisinin verilmesini istiyordum. Ama verilmedi. Verilmemesinin sebebi Sayın Çiller’e ve Sayın Erbakan’a bu hükümete hükümet etmek için güvenmemekten değil, dengeleri korumak çabasından gelmiştir

RAHMİ VARDI: Bu arada, yine sözünüzü pek fazla bölmek istemiyorum. Gerçekten yakın tarihinize ışık tutuyorsunuz Türk insanları Türk milleti mağdurun yanındadır her zaman sayın dokuzuncu Cumhurbaşkanımızda altı yedi defa gitti geldi kendi talebiyle bu mağduriyetinden dolayı fakat 28 Şubat’ta çok ilginç bir şey oldu mağdur olan partilerin gerçek mağdurların ikisi de şuan mecliste değil bu tezattı nasıl, yani o mağdurlar anlatamadılar mı? Onların şu an ikisi de yoklar Doğru Yol Partisi yok saadet partisi de mecliste değil ama 28 Şubatın mağdurları da bu iki parti bu bir çelişki değil mi anlatılamadı mı bu?

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Çelişki. Demek ki her zaman mağdur olmak yetmiyor. Başka şartlar gelişiyor. Çünkü 28 Şubat’ın, batı çalışma grupları falan gibi, mutlaka hesap sorulması ve yargılanması gereken bir takım oluşumlara, bu hesap sorulmalı. Yani ne sıfatla böyle bir şey kurdun, ne hakla yaptın, sen kimdin? O dönemde öyle bir zihniyet oluştu ki, Refah Partisi’ni kapatma davası iddianamesini okuyanlar, (okuyamamışlarsa bir daha baksınlar, okusunlar) hedef hükümet falan değildir. Hedef, doğrudan doğruya Kuran-ı Kerim’dir. Doğrudan doğruya İslam’dır. Yani bir Cumhuriyet Savcısı, bakın yine heyecanlandım, o dönemde bunları söyledim. Dedim ki; ‘sayın savcı, siz Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu Müslüman halkın, devletin başsavcısı olarak, böyle bir şeyi söyleyemezsiniz, eğer siyasetçiyseniz çıkın karşımıza öyle mücadele edin, istifa edin öyle mücadele edin.’ dedim.

O zaman bana, ‘biraz sakin ol’ dediler. İşte bunlar seni tutuklarlar, falan. Yani büyüklerimiz söylüyor ama aynı heyecanla o gün de, bu gerçekleri gündeme getirdim. Öyle bir zihniyet vardı ki orada, 28 Şubat’ın içinde öyle bir belalı ve felaketli zihniyet vardı ki, sadece bizim hükümetimiz değil, bu milletin dinine karşı bu milletin mukaddes kitabına karşı bir saldırı vardı. Sanki yargılanan refah partisi değil de, Kuran-ı Kerim’di. Bu söylediklerime bazı insanlar inanmayacaklar belki. Onlara diyorum ki, açın o iddianameyi bulun, kütüphanelerden mesela milli kütüphanede vardır. Ya da bir yerlerden temin edin, bakın. Böyle bir dönemdi tam bir saldırıydı. Tabi o saldırı sırasında bizim partimizde de bir ayrılma oldu biliyorsunuz. Doğru Yol Partisi içinde bazı arkadaşlarımız, yapılan şiddetli propagandaya kapıldılar, partimizden ayrıldılar. Ayrı bir parti kurdular ve o ayrı partide bize çok zara verdi. Şemsiye Partisi adı meşhurdur, adını söylemek istemiyorum. Çünkü adıyla, adıyla yaptığı işler hiç birbiriyle bağdaşmaz. Orada görev yapan arkadaşların hepsini de suçlamam. Çok iyi niyetle ve dönemin propagandasına kapılarak böyle yapmış olanlar çoktur içlerinde. Onlardan bir kısmı zaten döndü, geldi. Ama o işin başında bulunanların, vicdan muhasebesi yapmalarını isterim. Niye böyle bir şey yaptım diye, niye zalimleri alkışladınız diye, niye zalimlerin ekmeğine yağ sürdünüz, değirmenine su taşıdınız diye. Bunlarında bu soruların cevaplarını kendi vicdanlarında bulmalarını isterim. Evet o dönem geçti. Yani dediğiniz gibi partilere çok zararlar verildi. Sonra Refah Partisi de bölündü. Bu darbeye dayanmak zordur. Çok ağır bir balyoz, hani balyoz diyorlar ya, balyoz asıl o zaman indi.

RAHMİ VARDI: Refah partisini bölünmesi bir proje miydi o zaman?

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Tabi olabilir. Neden olmasın? Uluslararası projelerde vardır bu işler. Refah Partisi bölündü, insanlar yılgınlığa kapıldı, başka planların peşine düştü ve sonunda bugünkü siyasi manzara ortaya çıktı. Şimdi bu siyasi manzarada da biz ortaya çıktık.

RAHMİ VARDI: Bu güne gelmeden sayın bakanım kısaca yine demokrat partiden genel başkanlığınızdan önce bir iki kısa şey kaldı onları da bitirelim ve tekrar başkanlığınıza dönelim. Siz Türk dünyasında önemli çalışmalar yaptınız. Tıp dünyasının meselelerine farklı bakışlar getrdiniz. Bir tanesi bunların en önemlisi şu an ortada duran dev gibi bir proje olan Ahmet ye sevinin dünyaya tanıtılması biraz önce Yunus Emre’yi nasıl dünya’ya tanıttıysanız. Türkiye’de tanınıyordu. Türk dünyasında tanınıyordu ama bu kadar tanınamıyordu. Hoca Ahmet ye sevi adına bir üniversite açtınız. Oranın… Heyeti başkanlığını yaptınız. Orada öğretim üyesi olarak görev yaptınız. Şuan ki pozisyonunuz devam ediyormuş etmiyor mu? Bu arada Ahmet ye seviş ile ilgili isterseniz kısaca konuşalım.

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Şimdi şöyle efendim.. 1989’da Kültür Bakanı olduğumda Sovyetler Birliği’nde birtakım çatırdamalar meydana geldi, gelmeye başladı. Yani Sovyetler Birliği’nde kulağımıza çok sevimli gelen bazı Rusça kelimeler var. Şimdi o sözlerin bir anlamı Sovyetler Birliği’nin artık dağılmakta olduğu gerçeğiydi. Dolayısı ile biz hemen teşebbüse geçtik ve o cumhuriyetlere gittik. Ben önce Azerbaycan’a gittim, Türkmenistan’a, sonra Kazakistan’a, Özbekistan’a, Kırgızistan’a gittim. Benim şöyle bir özelliğim var; Azerbaycan Türkçesini yahşi danışırsam, yani kulak asırsam dinleyeme bilire ben, Azerbaycan Türkçesi danışıram. Yani, Azerbaycan Türkçesini konuşurum ve Azerbaycan Türkçesinden okuduğum şiirlerde bir aksan olmaz, hatta çok Azerbaycanlıdan da daha düzgün konuşurum.

“Türk cumhuriyetlerle ilişkileri ben başlattım.”

RAHMİ VARDI: Biraz sonra size bir şiir okutacağım.

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Hay hay. Sonra diğerlerini de öğrendim. Bu arada diğer Türkçeleri de öğrendim. Yani Kazakça, Kırgızca hepsini öğrendim. Bu önemli. O cumhuriyetlerle ilişkileri ben başlattım. Türkiye Cumhuriyeti hiçbir ilgi duymazken, ben o ilişkileri başlattım. Özal meraklıydı, sorardı. Nereye gidiyorsun, kim bunlar, azıcık konuşta dinleyeyim, din anlayışları nasıl, ekonomileri nasıl falan diye sorardı.

1991’de, senin cumhuriyetlere gideceğim, hangisine gideyim? diye sordu. Hepsine gitmelisiniz, yoksa küserler dedim. Hayır, seç deyince ben de Kazakistan ve Azerbaycan dedim. Neden diye sordu. Kazakistan’ın önemini anlattım. Büyüklüğünü nişanlarını ve diğer cumhuriyetlerin şemsiyesi ve kalkanı olduğunu anlattım. Azerbaycan ise bize çok yakındır ve onunla biz çok daha yakın olabiliriz, onu anlattım. Bir de siz Azerbaycan’ı küstürdünüz, gidip barışmalısınız dedim. Ne yaptım dedi. 1990 Ocak ayında Rus tankları batıya girdiği zaman, ‘onlar Şii’dir, biz suniyiz. Bize ne, İran ilgilensin’ demediniz mi dedim. Kıpkırmızı oldu. ‘orada bir Ermeni gazeteci sordu onu. Ben de ona söyledim. Ben nereden bileyim bizimkilerin de yazacağını” dedi. Herkes böyle şeyler yapar, niyetiniz iyi ama gidip barışmalısınız dedim. Gittik, barıştı. Bir iki konuşmayla, Azerbaycan’ın sevgilisi haline geldi. Bu arada bir resmi yemekte, önce o konuştu sonra Azerbaycan Cumhurbaşkanı konuştu. Sonra bana ‘iki şiir oku, Semra’nın yaş gününde Azerbaycan Türkçesinden iki şiir okumuştun ya, onları burada oku’ dedi. Resmi konuşmaların yapıldığını söyleyince ‘ben hallederim’ dedi. Ayağa kalktı ve ‘bizim kültür bakanı sizin sanatçılara teşekkür konuşması yapacak’ dedi, sonra kulağıma ‘geniş tut, rahat ol ’ diye fısıldadı. 45 dakika konuştum.

Azerbaycan Türkçesinde iki şiir okudum orada ve yer yerinden oynadı. Türk cumhuriyetleri Allah’ın Türkiye’ye büyük bir hediyesidir. Ama bu değerlendirilmelidir, gecikmeden onu söyleyeyim ve geçeyim. Ahmet Yesevi Üniversitesi’ne gelince; evet Sayın Demirel’den aldığımız güçle destekle Kazakistan’ın Türkistan şehrinde. Şehrin adı Türkistan. Neden Türkistan? Çünkü; Hoca Ahmet Yesevi’nin şehri. O yüzden, ‘Şehr-i Piri Türkistan’ denilmiş ve Türkistan olarak kalmış adı. Şu anda 120 bin insan yaşıyor. Orada bir üniversiteye ortak olarak girdik. Ben kurdum ve 14 yıl yönettim o üniversiteyi. 30 bin öğrenci yetiştirdik. Şu anda Türkiye Türkçesini çok iyi, ya da az bilen, ama bilen 30 bin öğrencimiz Türk dünyasına yayılmış durumda. Bir ara fetret dönemi yaşadı. Çünkü Balyoz’cu diye bilinen bir generali eski Cumhurbaşkanı Sezer ki, o Sezer’i oraya getirenler, bir vicdan muhasebesi yapmalıdırlar, sayın Sezer’i o makama getirenler, nasıl bir tahribata yol açtığını düşünerek, vicdanlarında bunun muhasebesini yapmalıdırlar, o kadar söyleyeyim geçeyim.

“Dünya ile bütünleşeceğiz.”

RAHMİ VARDI: Şimdi gelelim Demokrat Parti Genel Başkanlığı’na, 3 gün içerisinde hazırlık yaptınız, Tansu Çiller’in aday olmaması üzerine Demokrat Parti Genel Başkanlığına aday oldunuz. Kazandığınız gün benim başbakan olmam lazım diyerek, sahaya çıktınız. Bu arada eski genel başkan Sayın Cindoruk, açıklamalarında “Demokrat Parti eksen kaymasına gidiyor” dedi. Demokrat Parti 5 ay gibi kısa bir zaman içerisinde toparlanabilecek mi? 5 aydan sonra barajı aşamazsanız Genel Başkanlığa devam edip mücadele edecek misiniz? Seçimlerden sonra Sayın Tansu Çiller ve Demirel sizi arayıp tebrik etmişler. Sayın Çiller’i 5 aylık süreç içerisinde mitinglerde görebilecek miyiz, sizi destekleyecek mi?

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Önce şunu söyleyeyim. Elhamdurillah, Menderes’in Demokrat Partisi’nde, o ruh içerisinde yeniden diriltmek üzere ve rahmetli Menderes’in, Demirel’in Özal’ın aldığı oyları yeniden almak amacıyla ve hizmetleri çağa uygun şekilde aynı anlayışla sürdürmek üzere genel başkanlık makamını Allah bize nasip etti. Bu işler biraz da nasip meselesi.

Şöyle bir söz var; hazırlık ve fırsat. Elbette ki, benim hazırlığım sizin de baştan beri konuştuğumuz gibi, hayat beni hizmete hazırladı. Ben başbakanlığa bugün ortada olan genel başkanların tamamından daha fazla hazır olduğumu düşünüyorum. Şu anda adı çok geçen genel başkanların hayat tecrübesinin tamamını bir yere koysanız, benimkini de sağa koysanız benimki onları tartar. Bunu herkes biliyor. Bunu asla böbürlenmek amacıyla değil, herkesin bildiği gerçeği hatırlatmak için söylüyorum. Ben başbakanlığa hazırım ve başbakanlığı istiyorum. Türkiye için doğrusu benim başbakanlığımdır ve Demokrat Parti’nin iktidarıdır.

Eksen kayması diyorlar. Eksen nedir? Eğer eksen Demokrat Parti’den ayrılıp Hürriyet Partisi’ni kurmaksa, hayır bizim için eksen Demokrat Parti’dir. Eksen, 28 Şubat’ta Şemsiye Partisi’ni kurmak ve 28 Şubat’çılık yapmaksa, hayır bizim eksenimiz Demokrat Parti’dir. Biz o eksenleri kabul etmiyoruz. Bizim eksenimiz, cumhuriyet değerlerine bağlı kalarak, olabildiğince demokrasi, dolayısıyla bu partide hiçbir şekilde darbecilerin avukatlığı yapılamaz, yapılırsa bu eksen kayması olur. Darbeci kuşkusu olanlarla ilgili de avukatlığa soyunulamaz. Avukatlık yapmak isteyenler, gider yaparlar. Bu dev gibi hareketi hiç kimse herhangi bir davanın avukatlık bürosu haline getiremez. Getirirse sonuçlarına katlanır, sonuçlar da ortaya çıkmıştır.

Kongrede kalktım şunu söyledim; ben Menderes’in Demokrasisini hedefliyorum. Cumhuriyet değerleri ile en ileri demokrasi arasındaki dengedir eksen. Ben tabandan başlayan kalkınma ile, yani işçinin, çiftçinin, memurun, alt gelir gruplarının hakkını vererek, kaynakları oraya aktararak ilan ettim; memurlara, işçilere ve emeklilere yüzde 50 zam yapacağım. Bunun hesabını yaptım. Bu para var çok kolay. Bunu rakam olarak söyledim. Bunun dışında yeniden çiftçiye destekleme yapacağız. Terk edilmiş olan desteklemeler. Hem, üretmek için gerekli olan girdilerde, mazotta vesairede ucuzluk yaparak destekleyeceğiz. Hem de, ürünleri destekleyerek. Çiftçiliği dirilteceğiz, çiftçiliği diriltmezsek aç kalırız. Yarın yeniden süpürge tohumu yeriz. Gıdadan daha önemli bir şey yok, en temel ihtiyaç gıdadır. Esnafımızı dirilteceğiz dedik vesaire. Ama bununla birlikte üreterek dışa açılacağız. Bu dengeyi kuracağız. Milli bağımsızlığımızdan asla vazgeçmeden, dünya ile bütünleşeceğiz. Biz bu dengeler için milli, manevi ve insani değerlere bağlı, demokrat bir partiyiz, eksen budur. Doğru eksen budur. Kim aksini söylüyorsa o kendi eksenini söylüyor.

Dolayısıyla bizim yapacaklarımız ana hatlarıyla bunlardır. Başaracağız ve inşallah başaracağız. Biz şunu söylüyoruz, gayret bizden. Bütün gücümüzle çalışacağız, bize bir yer kapanırsa başka bir yerden yol bulacağız. İçimizde görev duygusu var, bir görev duygusuyla bu işe girdik. Meselemiz genel başkanlık koltuğunda oturup onun imkânlarından yararlanmak değil, o imkânlar bizde zaten vardı. Meselemiz başbakan olmak, Demokrat Parti’yi iktidar getirmek. Türkiye’nin iktidar ve muhalefet tarafından bozulan dengelerini yerli yerine oturtmak. Ana gövde budur, bu yolda gideceğiz.

Seçime az kaldı, 4 ay. 4 ay diyoruz ama zaman çok hızlı geçiyor, 4 ay içinde ne yapabilirsek yapacağız ve inşallah seçimden sonra iktidarı, hükümeti biz kuracağız. Hükümeti biz kuracağız sözünü doğru anlayacağız. Biz nasıl bir hükümet kurulmasını istiyorsak, öyle bir hükümet kuracağız. Bugünkü iktidar partisi ile kurarsak onu kendi çizgimize çekeceğiz, muhalefet partileri ile kurarsak onları kendi çizgimize çekeceğiz. Hangi çizgiye? Hem cumhuriyet, hem demokrasi. Hem tabandan kalkınma, hem dışa açılma. Hem bağımsızlık ve hem de dünya ile bütünleşme. Doğru çizgi bu, bunu yapacağız. Ondan sonra hiç kimsenin kuşkusu olmasın, sonraki seçimlerde Demokrat Parti Allah can sağlığı verirse yeniden tek başına iktidar olacak.

“Biz Levh-i Mahfuz’dan geldik”

RAHMİ VARDI: Türkiye’nin en büyük medya grubunun sahibi olan Doğan Medya grubunun sahibiyle bir akrabalık bağınız da var. Bunu herkes dezavantaj olarak önünüze çıkarıyor ama siz bunun avantajını hiç yakalayamıyor musunuz? Bu avantajları Doğan Medya grubunu kullanarak sizi göremedik. Bu dezavantajı, avantaja döndürebilecek misiniz?

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Niye yapıyorlar biliyor musunuz? Aydın Doğan, benim ağabeyimdir, severim ve sayarım. Bunda hiç kimseye öyle değildir diye söz söyleyecek bir durumum yok. Tabii bir durumdur, akrabalık ilişkisidir ama aynı zamanda zaman içerisinde dostluğa dönüşmüştür. Aydın Doğan ayrı bir şahsiyet, Namık Kemal Zeybek ayrı bir şahsiyettir. Yani kıyaslamak gerekirse, Namık Kemal Zeybek Türkiye’de müsteşarken, daha çok tanınmışken, değerli ağabeyimiz Sirkeci’de orta çaplı bir tüccardı. O zaman Aydın Doğan’dan bahsederken hiç kimse Namık Kemal Zeybek’in bacanağı diye bahsetmedi. Bunu bilerek yapıyorlar. Neden yapıyorlar biliyor musunuz? Biliyorsunuz ki, Allah’ın verdiği ifade gücü ile biz bir televizyona çıktığımız zaman o televizyonda izlenme gücü artar. Yani tabii olarak zaten Aydın Doğan Bey’in basını ve televizyonları bana yer verirlerdi. Şimdi böyle bir hava meydana getiriliyor ki, Aydın Doğan’ın bacanağı filan amaç bu. Herkes biliyor ki, Namık Kemal Zeybek, Namık Kemal Zeybek’tir. Herkes biliyor ki, benim aday olmama karar vermemde ne Aydın Doğan’ın, ne değerli büyüğüm Süleyman Demirel’in, ne Tansu Çiller’in, ne hürmet ettiğim ve Türkiye’ye hizmet eden, bugün yapılan bazı yanlışlardan ötürü Amerika’da yaşamak zorunda kalan değerli Fetullah Gülen’in ne başka bir cemaatin hiç kimsenin katkısı yoktur. Ben teşkilatımın isteği ile aday oldum ve Allah takdir etti geldim buraya oturdum.

Bu işleri bilmeyenler nasıl olurda üç günde genel başkan olur diye soruyorlar. Onlara sorulmalıdır, üç gün önce çıkan bir insana nasıl oldu da genel başkanlığı kaptırdınız? Kendinizi bir yoklayın, nerede yanlış yaptınız? Efendim Ufo’yla mı geldi? diyorlar. Siz, Namık Kemal Zeybek’i tanımıyorsanız kendinizi bir sorgulayın acaba doğru mu söylüyorsunuz yoksa sizde sıkıntılı bir durumlar mı oluşmuş. Neler oluşmuş ki, tanımıyorsunuz? Biz Levh-i Mahfuz’dan geldik. İşin esası budur.

“Benim meselem MHP değil.”

RAHMİ VARDI: Milliyetçi bir kökenden geliyorsunuz. MHP’ye de zarar vereceğiniz söyleniyor, bununla ilgili ne söyleyeceksiniz?

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Bir de böyle çocuksu, her şeyi komploya bağlamak istenen iddialar söylenir. Kimileri diyor ki, MHP’ye zarar vermek için çıktı, kimileri diyor ki, MHP’ye barajı aştırtmak için çıktı. MHP barajın altında onunla ittifak yapıp aştırtacak. Kimisi diyor ki, Aydın Doğan getirdi ki, AKP’nin oylarını alsın. Kimisi diyor ki, oradan geldi ki bunu yapsın. Kimsenin aklına gelmiyor mu ki, bu adam ortaya çıktı kaderinde vardı, bir hayat çizgisinde kaç defa Türkiye’de genel başkan olacak denilmişti ama nasibi bu güneymiş, bütün bu birikiminden sonra bir fırsat doğdu, o fırsatı değerlendirdi, teşkilatın teveccühü ile genel başkan oldu. Niye başka şeyler düşünüyorlar? Demokrat Parti gibi bir parti bir başka partiye zarar vermek için gelmez. MHP’nin bütün oylarını alsam ben ne yapacağım. Başarılar diliyorum. Benim meselem MHP değil. MHP’nin bütün oylarını alsam bana yetmez, onunla iktidar olunmaz ki, ben iktidar olmak istiyorum. Partimizi iktidar yapmak ve başbakan olmak istiyorum. Türkiye için hayırlı olan bu. Buna inanıyorum, bunu söylüyorum, doğrusu da budur.

RAHMİ VARDI: Sayın Bakanım çok teşekkür ederim. Bundan sonraki seçim çalışmalarınızda başarılar diyorum, Allah yardımcınız olsun.

NAMIK KEMAL ZEYBEK: Sağolun, Allah hayırlısını versin.

Kaynak: DP