“Köprüyü sattırmam”, “Alışırsınız”, “Savarona”

Adını bile hatırlamakta zorlandığım büyüklerimizden bir büyük, boynundaki bütün damarlar, parmak çapında şişmiş bir vaziyette bağırıyordu bir TV programında: “Sattırmam kardeşim! Köprüyü satamazsınız!”
Başbakan Turgut Özal ise gülümseyerek ve hatta dalga geçer bir eda ile “Satarım kardeşim” diyordu. Bu o yılların ekonomi anlayışında bir vakaydı ve bir başlangıç idi.
Bir Teğmen çıktı yine o yıllar.
Özal için “Alışamadım” dedi.
Tarihi bir cümleydi, kısa ama içeriği çok uzun olan.
Özal bu durur mu? “alışırsınız” dedi gülümseyerek.
Ve haklı çıktı.
Alıştık be Özal. İçimizde varmış demek ve sen bizi çok iyi tanıyor olmalısın ki, pijamalarınla dahi zaman zaman verdiğin röportajlarından birinde “benim memurum işini bilir” diyerek ne güzel özetleyiverdin bizleri.
Ve o gün o memurlar ve cemaati bugün iktidardalar.
Ve sanki tek suçlu onlar gibiymiş gibi vur AKP’ye.
Kimdir Allah aşkına AKP?
Bizden değil mi?
Seçilme oranı ne olursa olsun, senin benim komşum, mahallelim değil mi?
Bu adamlar uzaydan mı geldi?
AKP’yi göndermeyi başardığımızda bu ülke şerefli, haysiyetli, namuslu adamlar
ve onların oluşturacağı hükümet ile yönetilecek mi?
Eğer sorunun yanıtı evetse olmayan şapkamı çıkarıyor ve saygı ile sizleri selamlıyorum.
Ama öyle değil!
Nasıl yedi haneli bir köyün dahi orospusu varsa, o canım, o güzide partilerin de içinde itler, çakallar, koltuk ve makam sevdalıları, devleti soymak ve Mercedes’e binebilmek hayali kuran, kanı ve sütü bozuklar maalesef vardır ve var olmaya devam edecek!
İşte bizlerin görevi o sevgili teğmenin söylediği gibi alışamadığımızı ve onlardan tiksindiğimizi dile getirebilmek olmalıdır.
Yine o ve devam eden günlerde devletimizin tüm yapı taşlarını, envanter kayıtlarını tek tek satmanın zevkini yaşadık.
Sümerbank, SEK, PTT, ve onlarca değer…
Yine Deniz Kuvvetlerimizin kullanımında olan ve sanırım sadece 6 hafta kullanabildiği, “bir çocuğun oyuncağını bekler gibi beklediğim” dediği Ata’mızın yatını yani Savarona’yı da
o takip eden yıllarda 49 yıllığına özelleştiriverdik.
Ata’nın tüm mahremiyetini, para uğruna peşkeş çektik turistik amaçlı olarak.
Kimler hangi amaçla kullandılar o mekânları. Faili meçhul.
Gün geldi devlet mantığı ile özel sektör mantığı arasındaki fark gün yüzüne çıktı.
Savarona’yı işleten büyüğümüz rantabl olmadığına karar verdiği (neden bu kadar zaman sonra onu da anlamış değilim) bu rant kapısını elden çıkarmaya karar verdi.
Şark kurnazlığı ve “aman yabancılara gitmesin” tezgâhı ile “en yüksek paraya nasıl elimden çıkarabilirim” düşüncesi. İşte Türk Zekâsı!
Gelelim bize, o günlerde TSK’ya ve Deniz Kuvvetlerimize yahu arkadaş gel etme, yapma demeyen bizler ve hükümete, kardeşim gel bu emaneti bizden alma demeyen askerlerimiz,
Şimdi sanki Savarona bugün yeni satılıyormuş gibi komik bir şekilde AKP denen ve aslında kabullenmesek de bizlerin aynası olan zihniyeti suçluyoruz.
Oturun düşünün AKP mi suçlu, bu süreci tren izler gibi izleyen bizler mi suçluyuz?
Sonra?
Sonra ne mi yapalım? Ne bileyim kardeşim; facebook’ta gruplar kurun:
“ Savarona’yı sattırmayız”, “Savarona’yı biz alalım” gibi geyikler yapın.
Ha belki bu arada hâlâ aklı başında birileri varsa, dışarıda olan, Ergenekon’dan tutuklu olmayan, belki şunu teklif edebilir:
Savarona lâyık olduğu yere iade edilmeli, Türk Deniz Kuvvetleri kayıtlarına alınmalıdır
(ücreti devlet bütçesinden karşılanarak).
Türk Deniz Kuvvetleri de o emanete canı gibi bakarak, Beşiktaş’ta ki Denizcilik Müzesi’nin önüne çekerek, Tüm Türk halkının kullanımına müze olarak açmalıdır.
Sabih Samur

0 yorum