ANADOL'UN VASİYETİ

Gönderen SABİH SAMUR | 12:33 ÖS | , | 0 yorum »





Anadol'un Vasiyeti
Ben bir Anadolum. Evet, evet, o... 19 Aralık 1966 tarihinde doğan, otomobil sektörünün “Ulusal Kahramanı”. Ben ve arkadaşlarım, Türkiye’nin ithal otomobillerin işgali altında olduğu yıllarda imkansız sanılanı başararak, Türk mühendislerinin ve işçilerinin emekleriyle halkımızın hizmetine sunulduk. Siz bakmayın şimdi bizim trafikte horlanıp yaşlılığımızla ilgi çektiğimize. Biz ilk çıktığımızda Amerikalıların kendileri gibi cüsseli otomobillerinin yanında kibarlığımız ve seriliğimizle ilgi çekerdik. En önemlisi biz adımız gibi Anadolu’yu dolayısıyla Türk insanını temsil eder ve ona hizmet ederdik.
Bizim kazandığımız paralar doğrudan Türkiye’nin kasasına giderdi. Türk insanına harcanırdı. Siz şimdiki lüks otomobillerin süksesine aldanmayın, “Kurt kocayınca, köpeğin maskarası olurmuş” atasözünde olduğu gibi, onlar, bizim yaşlılığımızdan ve kısırlığımızdan dolayı yabancılardan almak zorunda kaldığımız, hayırsız üvey evlatlardır.
Ben bugün tam 40 yaşındayım. Tam 40 yıl... Yani insan yaşına uyarlarsak, 80-90 yaşındayım. Artık eskisi gibi çabuk kalkamıyor, sağ şeritte yol çalışması olmadan sol şeride geçemiyorum. Belki de bu yüzden alay konusu oluyorum. Ancak ben bu duruma yaşadığım ülkenin trafiğini izlemek için katlanıyorum.
Üretimimize başlandığından bu yana trafikte gururla dolaşan bizler, bugün yabancı otomobillerin arasında dışlanmışlığı ve yalnızlığı yaşıyoruz. Bizim görmek istediğimiz tablo; Türkiye’nin kendi tasarladığı, kendi işçileriyle ürettiği, Türkçe bir isimle adlandırdığı, kalitesiyle ve “Made in Turkey” damgasıyla tüm dünyaya pazarladığı otomobillerin sokaklarımızı, caddelerimizi ve reklam panolarını doldurmasıdır.
Bizim üretimimizden sonra TOFAŞ’ın Murat serisine ve daha sonra da kuş isimleriyle adlandırılan serinin üretimine başlandı. Maalesef Murat erken yaşta öldü. Ve kuşların da nesli tükenmeye başladı. Yaşayan tek kuş olan şahin de dünya pazarlarında yarışmaya çok uzak. Sadece taksiciler tarafından tercih edilir hale geldi. Bu yüzden üretimleri çok kısıtlı. Şimdi bazı kişiler bana bazı yabancı firmaların otomobillerinin ülkemizde üretildiğini öne sürerek karşı çıkabilirler. Ancak sözü geçen araçlar ülkemizde üretilmesine rağmen yabancı bir isimle dünya pazarına sunulmaktadır. Bizim yıllar önce sağladığımız başarının yanında, bu bir başarı değildir. En önemlisi gurur duyulacak bir olay hiç değildir.
Yaşlanınca yavaş gitmek zorunda kaldığımdan dolayı, çevreyi daha iyi gözlemleme fırsatı buldum ve gördüğüm bazı değişiklerden endişe duymaya başladım. Gördüklerim karşısında kendimi Amerika’da dolaşıyormuşum gibi hissettim. Köşe başlarındaki çorbacı dükkanları, yerlerini hamburger dükkanlarına bırakmış. Önceden yoğurtçulardan alınan yoğurtlar, büyük ve hatta yabancı şirketlerin eline geçmiş. Ayranın yerini kola almış. Çok az miktarda tüketilen ayranın üretimini de, o sözü geçen büyük şirketler almış, bizim mahalle yoğurtçularımızın elinden. Bize ait olan her şey kötü olarak tanıtılmış insanlarımıza. Tıpkı bizimle, içinde saman benzeri kimyasal bir madde olan fiberden ve polyester denilen maddeden üretilen kaportamızdan dolayı “inek maması” deyip alay ettikleri gibi. Bu zihniyetin hala değişmediğini görüyorum büyük bir üzüntüyle... Gençler gözlerini Edirne Kapı’ya dikmişler, AB üyeliğini en çok bunun için istiyorlar. Bizim sanatçılarımızın kısıtlı imkanlarla ve sansür makasından hasar almadan yapmayı başardıkları filmler mantıksız bulunuyor da, Matrix gibi saçmalıklar gişe rekorları kırıyor. Şehirlerimizdeki mağazalar yabancı isimlerle daha çok kazandıklarını iddia ettikleri için kırk yıllık alışveriş mağazalarını, shopping center’lara dönüştürmüşler. Televizyonlardaki programlar, yabancı ülkelerin programlarını Türkçe’ye çevirerek taklit etmekten öteye gitmiyor. Önceden radyolarımızda çalınan Türk müzikleri yerlerini, ya yabancı müziklere ya da yabancı müziklere benzeyen yerli müziklerin üzerine eklenen çok az miktardaki Türkçe sözlerle saçma sapan yapılan şarkılara bırakmış. Önceden siyasetle yakından ilgilenen gençlerimiz bugün, bazı devlet adamlarının isimlerini bile bilemeyecek seviyeye indirilmiş.
Bana bakın gençler; ben ve arkadaşlarım gençliğimizde dev yabancı şirketlerin işgali altında olan ülkemizde, üretimden aldığımız güçle, otomotiv sektöründeki yabancılarla mücadele ettik. Avrupa Birliği’ne üye olmak istiyorsunuz. İnanın bunu en az sizin kadar ben de istiyorum. Ama Avrupa Birliği’ne girerken yanınızda götüreceğiniz size ait olan ve sizin çalışmalarınızla ürettiğiniz bir şeyler olmalı. Bu Birliğin giriş kartı patent belgesidir. Sokaklara baktığınızda size ait olan ürünlerin çoğunlukta olmasıdır.
Ben kocamış bir Anadol olarak yabancı araçları gördükçe, trafiğe çıkmaya utanıyorum. Bu utançtan beni sizin kurtaracağınıza inanıyorum. Ve yeni bir otomobil üreteceğiniz güne kadar, çok zorlansam da trafikte kalmaya devem edeceğim. Dilerim; bu yollarda, bu yaşta yürümeye çalışan bana, son nefesimi vermeden bir torun yetiştirirsiniz. Ve, soyumuzu sürdürürsünüz.
Bülent KOÇOĞLU / Ankara, Mayıs 2006

0 yorum