Yazan: Sami Çaycoşar
Yeni Alanya Gazetesi




Sabih Samur’un 55 yaşla ilgili yazısını okuyunca çok duygulandım. Bu vesileyle, gavurcasının çok iyi olduğunu, çok daha önemlisi Montaigne’nin “Denemeler” eseri gibi dünya klasiklerini de okuduğunu öğrenip çok mutlu olduğumu söylemeliyim. Oğlu Yiğit’ten sonra Defne’si dünyaya gelip ikinci defa baba olunca, belli bir sorumluluk duygusu içinde, ileriye dönük kaygılar duymaya başlayıp, hepimiz gibi o da bir sürü konuda olduğu gibi, kendi ömrü ile ilgili olarak yaşam sürecine bir sınır çizmeye kalkıp, 55 yaşa bir nokta koyma saçmalığını sergilemiş!
Bunu hangi koşullarda niçin yaptığını bilmemiz mümkün değil ama belli dönemlerde hepimiz, eşimize ya da çocuklarımıza kapris yapma, kendimizi ne kadar sevip sevmediklerini anlama adına, öleceğimizden söz ederek, onların tepkisini ölçmeye kalkarak, kendi kendimizi tatmine çalışırız.
Sanırım Sayın Samur da böyle bir cinlik içine girmiş! Yazılarının içeriğinden de anlaşıldığı üzere Sayın Samur, oldukça inançlı ve muhafazakar birisi olduğundan, ikinci çocuğu dünyaya gelince, biraz daha hayata sarılmak zorunda olduğunu düşünerek, geçmişte kendisine biçmeye kalktığı yaşı yeterli bulmayıp, içinden geçirdiği 55 yaş düşüncesini, Yaradan’ın yerine getireceği korkusuyla, Kur’an’dan bazı ayetleri örnek göstererek, kaderin değişmeyeceğini, kendisine biçilen ömrün de ne uzamasının ne de kısalmasının mümkün olmadığını ortaya koyarak, bir bakıma, 55 yaş saptamasına, Allah’ın itibar etmemesi dileğinde bulunmuş gibi bir izlenim edindim. Hani bazen belli bir kızgınlıkla, ona buna hatta sevdiklerimize beddua eder sonra da, aklımız başımıza gelince, bu bedduadan vazgeçeriz ya!
Sayın Samur’da böyle bir anlayış içinde, 55 yaşın kendisi için yeterli olmadığını, çocuklarının mürüvvetini görebilmek için, biraz daha uzun bir süre talebinde bulunuyor gibi geldi bana!
Sayın Samur kırklı yaşlarda olmalı! Bu yaşlar andropoz, hatta yaşlanma ve ölüm korkusunun tavan yaptığı dönemler. Gençliğimizde ölüm aklımızın ucundan bile geçmez. Öğrendiğimiz her şeye balıklama dalar, her şeyi bildiğimizi sanırız. Kırklı yaşlardan sonra ölümü hatırlamaya, öğrendiklerimizin de doğru ya da yanlış olduğunu anlamaya başlarız.
İnsan gençliğinde, ne yaşlanma ne de ölüm korkusu yaşar! Genç beyinlerin ayaklarının yere basmadığı, havalarda uçtuğu dönemlerde, kırkın üzerindeki yakınlarını gidici gibi görmeleri, bir bakıma, kendilerine ve gençliklerine olan güvenden hatta belli bir bencillik kompleksinden kaynaklanıyor olabilir! Ama insan yaşlandıkça, kırkın üzerindeki yaşta olan insanların hiç de öyle acınacak bir durumda olmasalar da, bir ömür denen o kısacık sürecin hızla sonuna yaklaşıldığı anlaşıldığındandır ki, ölüm korkusu yavaş, yavaş insanın benliğini sarmaya başlar. Aslında, insanın en dinamik ve de verimli dönemi, otuz beş yaşlarından başlayıp, yetmişli yaşlara kadar uzanan bir dönemi kapsar. Tabii bu sağlıklı bir bünyeye sahip olan insanlar için geçerli. Sağlıksız bir bireyin yaşı ne olursa olsun, zaten mutlu olması mümkün değildir! Bu yüzden de, sürekli demiyor muyuz “Her şeyin başı sağlık.”
Ben, insan için, en verimli çağı 35 yaşında başlatıp, yetmişlerde bitirirken, yaşımın 68 olması ve bu süreci her boyutuyla doya, doya yaşamamdan kaynaklanıyor. Sonrasını henüz denemediğimden, “Yaş yetmiş iş bitmiş.” sözünün de etkisiyle olacak, verimliliği yetmiş yaşla sınırlandırarak bir bakıma kendime de haksızlık yapmış olabilirim!
Aslında yetmiş yaş sonrasını da, Altemur ustaya sormak gerekir.
Benim tanıdığım ve gözlediğim kadarıyla Altemur usta seksenli yaşlarda da her bakımdan çok aktif ve dinamikti. Seksen sonrası pek görüşemediğimiz için, bu konuda bir tahmin yürütmem mümkün değil ama, inşallah, doksan yaşına merdiven dayayan Usta hala taş gibidir..
Bunu bütün benliğimle istememin nedeni, onu çok düşündüğümden değil, ben de merdiveni yani çıtayı 90 yaşlarına dayama gayretinde olduğumdan, böyle bir temennide bulundum!
Benim pederin doksanı da solladığı halde, hala yeni bir hanım arayışına girmesi, beni sevindirmekten çok endişeye sevk ediyor!
Babamın biraz çizgi dışına çıktığı kanısındayım.Bu çizgi dışına çıkıştan endişe etmemin nedeni, aynı performansı sergilemek güzel de, performansı sergileyecek alan bulmadaki zorluk...
Bizim pederi teneşir bile paklayamaz gibi geliyor bana!.
Arkasından konuştuğumu falan sanmayın, bana “Beni ever” dediğinde, aynı şeyleri yüzüne karşı söyledim. “Gözünü toprak doyursun” dedim.
Babam epeyce hanım eskitti. Legal olarak dört, illegal olarak sayının kaça vardığını ise benim bilmem mümkün değil!
Şair 35 yaşı yolun yarısı olarak değerlendirmiş.
Bir bakma bu tespit doğru gibi gözükse de, ömür giderek uzadığına göre, yolun yarısı kırkı solladı gibi!
Kadınlar belli yaşa gelince menopoza girerler. Yani, hormonlar sıfırı tüketir.
Erkeklerin ise, andropoz döneminden söz edilse de hormonların yok olması söz konusu olmuyor ama, bedenin önemli bölümlerinde belli erozyonların başladığını herkes bilir. Özellikle de bizim yaşa gelmiş olanlar!
İnsan bedenindeki bütün yapılar belli bir yaşa kadar kendini sürekli geliştirip yenilerken, beli yaştan sonra tüm yapılarda belli deformasyonlar ve çöküntülerle birlikte bir geriye gidiş var.
Doğum ve ölüm arası bu ince ve de kısa süreçten herkes bir biçimde geçmekte.Kimi çok kısa bir dönem, kimi de uzun yıllar bu dünya ile iç içe oluyor.
40’lı yaşlarda 50-55, 50-55 yaşlarına geldiğimizde de, 70-80 yaşlarına kadar yaşayıp yaşayamayacağımızı sorgulamaya başlarız!
Ölümle ilgili olarak sayın Samur bazı surelerdeki ayetlerden söz etmiş.Ben de, Ali İmran suresi 145. ayet. Nisa 78, En’am 2, Yunus 49, Hicr 23, Nahi 70, Enbiya 30, Anhebut 57, Secde 11, Zümer 42, Duhan 8, Kaort 19, Yakıa 60-61, Münafikun 11, Mülk 2, Kıyamet 26, Zuner 42 ve Nebe suresinin 9. ayetinde Allah’ın biçtiği ömrün uazalıp kısalmayacağı hatta hiç dışarı çıkmayıp, bir kaleye kapansan bile ecelin gelip seni bulacağı net bir biçimde yazıyor. ( Nihayet İlahiyatçıların alanına da el attık!)
Ama İslam dininde eceli kaza, eceli müsemma diye de bir şey var.Çok daha önemlisi, kader konusu, mezhep farklılıklarına da neden olmuş. Kaderi mezhebine mensup olanlar, eğer her şeyi Allah yazdıysa, yaptıklarımızdan biz sorumlu olmayız derlerken, Suniler ise, Levhi Mahvuz’dan yola çıkarak, yazılanlar bizim ne yapacağımızı göstermez. Allah bizim yaşamımız boyunca ne yapacağımızı bildiğinden oraya yazmıştır.
Örneğin, Takvimler Ay’ın şu tarihte ve saatte tutulacağını yazar.Ay takvim yazdığı için mi tutuluyor, yoksa Ay’ın tutulacağı saat ve gün bilindiğinden mi takvime yazıyor?
Tabii ki Ay tutulacağı için takvim yazıyor.
Allah’da her şeye kadir olduğuna göre, dünyada bizim ne haltlar karıştıracağımızı bildiğinden, alnımıza o yazıyı yazmış.
Ben de kaderi bu şekilde yorumlayanlardanım.
Özetle, Sayın Samur ömrünün en verimli çağını, hiç ölmeyecek gibi geçirip, hem dünyalı hem de iyi bir insan olmaya çalışıp, bilgi küpünü biraz daha doldurma gayretini sürdürse, bana göre çok daha mutlu olur gibi geliyor.
Sayın Samur’a, eşi ve çocuklarıyla birlikte, nice uzun yıllar, sağlıklı ve mutlu bir biçimde, bir arada yaşamalarını ve bizim gibi dinozorların torunlarıyla yaşadığı gibi yaşamasını en içten duygularla temenni ediyorum.
Özel not: Sayın Samur, kendi yazısından yola çıkarak, kendi adını da kullanarak, biraz mizah, biraz felsefe ağırlıklı yazımdan dolayı inşallah bana kırılmamıştır...

0 yorum