KKTC hakkında konuşmak ve AZİZ ÜSTEL
Yazı öyle bir güçtür ki mermi gibidir, küfür gibidir. Her ikisi de ağızdan çıktıktan sonra dönüşü yoktur! Kıvırabilirsin öyle söylemek istemedim yanlış anlaşıldı vesaire vesaire.
Aziz Üstel. Star Gazetesi köşe yazarı. Galatasaray hakkında söz sahibi. İstediği yorumu yapabilir; bilgilidir. Ama insanın susması gereken (bilmediği konularda) zamanlar vardır ki adam zannetsinler misali.
Ey Aziz Üstel öyle bir konuya değindin ki sana on gömlek büyük! Sana göre stratejik önemi olmayan KKTC bizim için bir yük, bir kambur, bir safra… “At veya ver ve kurtul” dan ibaret. Aman senin verdiğin vergiye bir şey olmasın. Ne kadar vergi verdiğini de bilmiyoruz ya. Bu düz mantığa göre Çorum’un veya Denizli’nin de stratejik bir önemi yok. Oralara da senin o meşhur verdiğin vergilerinden ödemeler yapılıyor. Oraları da gözden çıkaralım istersen.
Neden bunları yazıyorum biliyor musunuz? Vatan toprağımız olan, bizim için Diyarbakır, Trabzon, Urfa, Şırnak ne ise Lefkoşa, Gazi Magusa, Güzelyurt, Girne’si de öyle olan can verdiğimiz ve seve seve tekrar verebileceğimiz KKTC.
KKTC’yi küçümseyen, Dr. Fazıl Küçük’ten sonra gelmiş ikinci lidere hakarette bulunabilen bir zavallı; Aziz Üstel.
Lütfen aşağıda yer alan yazısını okuyun ve tüm çevrenize iletin. Ve Allahınıza şükredin bu ve bunun gibi insanlara rağmen bu TC ve KKTC hâlâ ayakta. Tanınsa da tanınmasa da…
İt ürür kervan yürür.
Saygılarımla
Sabih Samur

Veli Küçük’ün kankası, son derebeyi Denktaş, Ergenekon sofrasında!

KKTC diye adlandırdığımız, senin benin vergimle tam tamına 35 yıldır ayakta tuttuğumuz Akdeniz’de, ki bu adanın kuzeyi, aslında devlet mevlet değil, bir kişinin derebeyliğidir.


Bundan yıllar önce stratejik önemi çok büyüktür denmiş, o gün bu gündür de bu hikaye bir palavra olarak dolanır durur ortalıkta. Herhangi bir kurmaya sorun. Size bugünün dünyasında KKTC’nin askeri anlamda stratejik hiçbir değeri ve anlamı olmadığını söyler.


Adanın bu bölünmüşlüğü, Kuzey Kıbrıs’lılara da büyük zarar verir aslında. Çünkü güneyi AB üyesiyken kuzeyi, gelişmemiş, Türk vatandaşlarının vergileriyle ayakta duran, bir derebeyliktir. Güney’de kişi başına yıllık gelir 20 bin doları geçmişken Kuzey bunun neredeyse altıda biridir. Adına KKTC dersiniz, ama TC’den başka böyle bir yeri ne tanıyan vardır ne de ağzına alan. Örneğin bir Türk futbol takımı KKTC’ye gidip maç yapsa, hem TFF hem de o takım UEFA’dan ceza üstüne ceza yer. Bunca yıldan sonra KKTC kumar sanayi ile ayakta durabilmektedir senin benim vergimin dışında, bir de türlü çeşitli hatun kişilerin alacakaranlıkta ortaya çıkmasıyla! Böyle bir derebeyliğin daha uzun süre ayakta kalabilmesi için, Türkiye’de Ergenekon’un özlemini çektiği bir yönetimin, yani ‘vurdum mu oturturum’ anlayışını benimsemiş, 12 Eylül türü bir hükümetin olması gerekir.


O da yok.


Ne var?


KKTC Başbakanı Ferdi Soyer’in de açıkladığı gibi, Rauf Denktaş’ın ve Derviş Eroğlu’nun kendilerine Ergenekon sofrasına yer arama hamleleri var! Ya da iddia bu yolda!


Soyer, hem Denktaş hem de Eroğlu’yla ilgili soruşturma isteminde bulundu. İddiaların çok ciddi olduğunu ve kamu yararı gereği, KKTC yasaları çerçevesinde soruşturma yapılacağını açıkladı. Veli Küçük’ün bir dönem KKTC’yle ‘yakından ilgilendiğini’, orada vurulan gazeteciyi, Barnabas’ın mezarı olduğu söylenen yerin Küçük’ün adamlarınca talan edildiği ileri sürülmüştü zaten. KKTC’de soruşturma açılmasına neden olan belgelerde Ergenekon Üst Kurulu’nun, seçimleri etkilemek için adaya 20 milyon dolar gönderdiği ve bu paralarla seçime ne tür hileler karıştırılmak istendiği öne sürülüyor.


Bu üst kurul, 1998 seçimlerine müdahelede başarılı olduğunu açıkladıktan sonra, kolları sıvayıp 1999 Türkiye seçimlerine yönelmiş...


Bunlar doğru olsun olmasın: Artık adanın birleşme zamanı gelmiş de geçmektedir. Hedefi AB üyeliği olan Türkiye için de bu ‘olmazsa olmaz’lardan biridir. Kürt açılımı, Ermeniler’le ilişkileri geliştirme girişimleri, Türkiye’nin dünyada git gide yükselen değeri, bu çıban başının gündemden düşmesini gerekmektedir! Haklı olduğumuz kimi davalarda, KKTC karşımıza bir koz olarak sürülüyor. Onun için de bu kozun, masadan Türkiye’nin kabul edebileceği bir biçimde çözümü şart oldu!

1 yorum

  1. Adsız // Salı, Nisan 14, 2009 9:38:00 ÖS

    (8 yaşından beri babasıyla Amerika’da yaşayan Aziz 17 yaşında liseyi bitirdiğinde babasından bir mektup alır. Babası, ona karşı tüm kanuni sorumluluklarının bittiğini ve artık bir an önce evi terk etmesi gerektiğini yazmaktadır. Peki hayatında kitaplara, klasik müziğe büyük bir yer ayırmış, yüksek mühendislikle iştigal eden aydın bir adamın böyle katı bir karar verebilmesinin ardında ne yatıyordu. Şüphesiz yetiştiği ataerkil aile yapısından gayri ihtiyari onun karakterine de nüfus eden şeyler olmuştu. Bu yüzden bu kadar katı, bu kadar kuralcıydı. Gülümsemek ve ciddiyet arasında bir bağlantı yoktu ona göre. Gülen adam ciddi değil demekti, ciddi adam da gülmezdi. Bu kadar basit. Onu yumuşatacak hiçbir şey yokmuş gibiydi dünyada. Önceki eşinden, yani Aziz’in annesinden boşanır boşanmaz master’ını yaptığı ABD’ye gelmişti. Bu göç Aziz’in ve kardeşinin 15 sene boyunca anne hasreti çekmesiyle sonuçlandı. Bir de annenin yavru hasreti var tabi. Bunu yaptıktan sonra evlada “artık başının çaresine bak” demek ne kadar zor olabilirdi ki. Hele onu böyle davranmaya iten bir de üvey anne varsa ortada.

    Aziz üvey annesi yüzünden iyiden iyiye çürüyen aile bağlarının kopmasını metanetle karşılar. Güçlü bir karakteri ve hayata karşı savaşçı bir duruşu vardır. Ama ne yazık ki kardeşi onun gibi değildir. Babasından aynı muameleyi gördükten sonra Aziz kadar kolayca ayakları üstünde durmayı beceremez. Yaşadığı travmalar neticesinde yanlış kararlar verir. Vietnam Savaşı yıllarının yaşandığı ABD’de orduya yazılmak da bunlardan biridir. Vietnam’a gitmez ama Vietnam Sendromu’nu birebir yaşar Aziz’in kardeşi. Ordudan ayrıldığında artık hayatla başa çıkabilecek takati kalmamıştır. 28 yaşında canına kıyar.)
    AMERİCAN KÜLTÜRÜ ALMIŞ BİR ADAMDAN ÜLKE SEVGİSİ BEKLEYEMEZSİN SABİH KARDEŞ.
    ÇIKARLARI UĞRUNA YAPAMAYACAKLARI BİR ŞEY YOKTUR BUGÜN KIBRIS'I SATAR YARIN DEDİĞİN GİBİ DENİZLİ'Yİ ONLAR İÇİN ÖENLİ DEĞİLDİR BU.


    PİSKOPAT TÜRK AJANI